bütünüyle

listen to the pronunciation of bütünüyle
Türkisch - Englisch
totally

I said hello to Debby but she totally ignored me. - Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.

A totally ordered set is often called a chain. - Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.

entirely

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

quite

A few things didn't quite meet Tom's expectations. - Birkaç şey, Tom'un beklentilerini bütünüyle karşılamadı.

What Tom says is quite true. - Tom'un söylediği bütünüyle doğru.

flat
in large
at large
clear
fully
completely

I completely approve of this. - Ben bunu bütünüyle onaylıyorum.

This isn't completely wrong. - O bütünüyle yanlış değil.

all

This is all a terrible mistake. - Bu bütünüyle korkunç bir hata.

The pleasure's all mine. - Zevk bütünüyle benim.

up to the hilt
bang
all, entirely, completely, fully, clean, clear
hollow
en bloc
at full length
in depth
bodily
purely
(Konuşma Dili) from head to toe
wholly
(Ticaret) in toto
utterly
(Konuşma Dili) from head to foot
altogether
in its totality
sheer
outright
out

Tom totally freaked out. - Tom bütünüyle kontrolünü kaybetmiş.

You totally freaked them out. - Sen bütünüyle onları dehşete düşürdün.

clean
intoto
gross
bütün
entire

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

They spent the entire day on the beach. - Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.

bütün
all

Money is the root of all evil. - Para bütün kötülüğün köküdür.

Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection. - Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.

bütün
whole

Tom spent the whole day reading in bed. - Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.

I spent the whole afternoon chatting with friends. - Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.

bütün
{s} complete

Tom worked all day and was completely worn out. - Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.

This isn't completely wrong. - O bütünüyle yanlış değil.

bütün
utter
bütün
{i} gross

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!

bütün
the total
bütün
pan

The whole city is in panic. - Bütün şehir panik içinde.

bütün
intact
bütün
every

I have read every book in the library. - Kütüphanedeki bütün kitapları okudum.

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

bütün
out-and-out
bütün
monolith
bütün
grand

My grandmother told me about her whole life. - Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.

By the time I was born, all my grandparents had died. - Ben doğmadan önce bütün büyük ebeveynlerim ölmüştü.

bütün
continuum
bütün
overall
bütün
thorough
bütün
full

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

All the hotels in town are full. - Şehirdeki bütün oteller dolu.

bütün
all-out
bütün
entirely

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

bütün
sum total
bütün
integral
bütün
integrate
bütün
omni-
bütün
entirety

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

We need to view this in its entirety. - Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.

bütün
all the
bütün
total

A totally ordered set is often called a chain. - Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.

Have you been totally honest with me? - Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?

bütün
aggregate
bütün
holo-
bu tüzük Üye Devletlerde bütünüyle bağlayıcıdır ve doğrudan uygulanır
(Hukuk) this Regulation shall be binding in its entirety and directly applicable in the Member States
bütün
out and out
bütün
totality
bütün
(a) whole, (a) totality
bütün
total, sum
bütün
whole, entire, total; all
bütün
clear
bütün
unbroken
bütün
round

It is warm there all the year round. - Orada hava bütün yıl boyu sıcak.

It's warm here all the year round. - Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.

bütün
solid
bütün
undivided
bütün
(before plural form) all
bütün
omni
bütün
all over the

The life of Lincoln is read by children all over the world. - Lincoln'un hayatı bütün dünyada çocuklar tarafından okunur.

Our trading companies do business all over the world. - Ticari şirketlerimiz bütün dünyada işlerini yaparlar.

bütün
one and only
bütün
whole, entire, total, complete
bütün
holo
bütün
large (bill, money)
bütün
complement
bütün
all out
bütün
unbroken, undivided
bütün
the whole

Tom spent the whole day reading in bed. - Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

bütün
sheer
bütün
allout
bütün
outright
bütün
teetotal
bütün
integer
bütün
aipha
bütün
monolithic
bütün
{i} ensemble
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) bitamâmihâ
Bütün
pan
bütün
Eksiksiz, tam; parçalanmamış
bütün
Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü
bütün
Birlik, tamlık: "Şiirde bir bütünün lüzumuna inananlar bile mısralar arasında birtakım aralıklar kabul eder."- O. V. Kanık
bütün
Birlik, tamlık
bütün
Parçalanmamış
bütün
Eksiksiz, tam: "Güller bütün güller bu sabah / Bir ağızdan şarkı söyler gibi açıyor her bahçede."- N. Cumalı. Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi: "Bütün civar köylerde onu sevmeyen yoktu."- Y. K. Karaosmanoğlu
bütün
Ufaklık, bozukluk olmayan (para)
bütünüyle
Favoriten