We spent the entire day on the beach.
- Bütün günü plajda geçirdik.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
Money is the root of all evil.
- Para bütün kötülüğün köküdür.
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
This isn't completely wrong.
- O bütünüyle yanlış değil.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
I have read every book in the library.
- Kütüphanedeki bütün kitapları okudum.
Grandmother died, leaving the whole family stunned.
- Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.
Tom has been staying with his grandmother all summer.
- Tom bütün yaz büyükannesi ile birlikte kalıyor.
All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
I'm totally not exaggerating.
- Bütünüyle abartmıyorum.
It is very cold here all the year round.
- Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.
It's warm here all the year round.
- Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.
The life of Lincoln is read by children all over the world.
- Lincoln'un hayatı bütün dünyada çocuklar tarafından okunur.
English has spread all over the country.
- İngilizce bütün ülkede yayıldı.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.