bîr

listen to the pronunciation of bîr
Türkisch - Englisch

Definition von bîr im Türkisch Englisch wörterbuch

bir kere
once

Tom hates it when Mary asks him to explain the same thing more than once. - Mary ondan aynı şeyi bir kereden fazla açıklamasını istediğinde, Tom bundan nefret ediyor.

I have seen a panda once. - Bir keresinde bir panda gördüm.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time, there was a bad king in England. - Bir zamanlar İngiltere'de kötü bir kral vardı.

Once upon a time, there was a beautiful princess. - Bir zamanlar güzel bir prenses varmış.

bir daha
once more
bir kez daha
once more

Read it once more, please. - Onu bir kez daha okuyun, lütfen.

Please say it once more. - Lütfen onu bir kez daha söyleyin.

bir kez
once

When he was a student, he went to the disco only once. - Öğrenci olduğu zamanlar diskoya sadece bir kez gitti.

She was late once again. - Bir kez daha geç kalmıştı.

bir araya getirmek
gather
bir defada alınan miktar
batch
bir sürü
lots of

There were lots of people at the concert. - Konserde bir sürü insan vardı.

Our plan has lots of advantages. - Planımızın bir sürü avantajı var.

bir kez daha
once again

Let's try once again. - Bir kez daha deneyelim.

Could you please repeat it once again? - Lütfen onu bir kez daha tekrarlar mısın?

bir anlık
momentary
bir daha
again

I never want to see you here ever again! - Ben bir daha seni burada asla görmek istemiyorum.

I didn't meet him again after that. - Ondan sonra bir daha onunla karşılaşmadım.

beklenmedik bir para
windfall
düzgün bir şekilde
properly

Tom knew how to properly dispose of motor oil and never dumped it down the storm drain. - Tom motor yağını nasıl düzgün bir şekilde atacağını ve asla rögara atmadığını biliyordu.

Properly listen to what I'm going to say. - Söyleyeceklerimi düzgün bir şekilde dinle.

bir
one

I'd like to stay one more night. Is that possible? - Bir gece daha kalmak istiyorum. Mümkün mü?

I know one of them but not the other. - Birini tanıyorum da ötekini değil.

uygun bir şekilde
properly

Tom wanted to do his job properly. - Tom işini uygun bir şekilde yapmak istedi.

I don't know how to speak French properly. - Uygun bir şekilde nasıl Fransızca konuşulduğunu bilmiyorum.

basit bir şekilde
simply
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
nazik bir şekilde
gently
son bir çaba göstermek
spurt
bir
single

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
mono

Carbon monoxide is a poisonous substance formed by the incomplete combustion of carbon compounds. - Karbon monoksit karbon bileşiklerinin tam yanmamasından oluşan zehirli bir maddedir.

He read the poem in a monotone. - O, şiiri monoton bir şekilde okudu.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir şey
anything

Don't you have anything smaller than that? - Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

bir süre
for a while

He stayed here for a while. - O, bir süre burada kaldı.

She pondered the question for a while. - Soruyu bir süre düşünüp taşındı.

bir tarafa
aside

They set aside her objections. - Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.

bir yıl yaşayan bitki
annual
bir tek
only

Only those who believe in the future believe in the present. - Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır.

The question can only be interpreted a single way. - Sorun sadece bir tek şekilde yorumlanabilir.

bir iş için gönderme
errand
bir kenara
aside

After dinner, George's dad took him aside. - Akşam yemeğinden sonra, George'nin babası onu bir kenara aldı.

He puts aside some gas. - O bir kenara biraz benzin koydu.

bir kenara koymak
set aside
bir yığın
heap
bir kenara
by
bir merkezden yayılmak
radiate
bir ayağı çukurda
decrepit
bir tutmak
identify
bir an için
momentarily

Tom is expected to arrive momentarily. - Tom'un bir an için varması bekleniyor.

Tom was momentarily silent. - Tom bir an için sessizdi.

bir ara
some time or other
bir araya gelmek
cluster
bir araya gelmek
come together
bir başkasıyla aynı amaca hizmet eden kişi
(Hukuk) counterpart
bir bir
one by one

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.

bir daha gözden geçirmek
revise
bir dahaki
next

We'll meet next time at ten o'clock, June the first, next year. - Bir dahaki sefere saat onda, 1 Haziran'da, gelecek sene buluşacağız.

I'll try not to disappoint you next time. - Bir dahaki sefere seni hayal kırıklığına uğratmamaya çalışacağım.

bir deri bir kemik
skinny
bir deri bir kemik
emaciated
bir deri bir kemik
rawboned
bir gecelik
overnight

It was an overnight sensation. - Bu bir gecelik heyecandı.

I am planning to make an overnight trip to Nagoya. - Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.

bir ihtimal
perchance
bir ihtimal
perhaps

Could you perhaps translate that for me? - Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?

bir kararın veya bir hareketin olası etkisi
(Hukuk) implication
bir kez
one time

I have been to Kyoto one time. - Bir kez Kyoto'da bulundum.

I have only done this one time before. - Bunu daha önce sadece bir kez yaptım.

bir konu hakkında genel tanıtım yapmak
(Hukuk) to introduce
bir müddet
awhile, for a while
bir nebze
a little bit
bir sefer
one time

How many books can I take out at one time? - Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?

The clinic allowed only two visitors per patient at any one time. - Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.

bir seferde
at a time

Perhaps you should try doing one thing at a time. - Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.

Tom is only supposed to have one visitor at a time. - Tom'un bir seferde sadece bir ziyartçisi olması gerekiyor.

bir sonra
next

I think we get off at the next stop. - Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.

You are the next in line for promotion. - Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.

bir sonraki
next

The next step was to negotiate terms of a peace treaty. - Bir sonraki adım barış anlaşmasının koşullarını görüşmekti.

I think we get off at the next stop. - Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.

bir sorunu enine boyuna incelemek
(Hukuk) deliberation
bir süre
awhile, for a time
bir süre
awhile

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

bir süre sonra
in time
bir tür elma
russet
bir türlü
in no way
bir türlü
just as bad
bir türlü
in one way or another
bir yazıyı gözden geçirip düzeltmek
(Hukuk) revise
bir yerde
somewhere

I remember seeing you all somewhere. - Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

bir yere götürmek
take someone off
bir yere götürmek
take something off
bir yıllık bitki
annual
bir zamanlar
once

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

I met him once when I was a student. - Bir zamanlar bir öğrenci iken onunla tanıştım.

bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

bir şeye çözüm bulmak
sort something out
bir hayli
many

There are many rare fish at the aquarium. - Akvaryumda bir hayli nadir balık var.

He received a good many letters this morning. - O, bu sabah bir hayli mektup aldı.

bir kenara bırakmak
put away
bir takım
several

Several houses were damaged in the last storm. - Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.

A combination of several mistakes led to the accident. - Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.

bir türlü
somehow
bir amaca yönelik
purposeful
bir an önce
right away

Tom says he wants to get married right away. - Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

bir an önce
forthwith
bir anlamı olmak
make sense
bir anlamı olmak
add up
bir anlamı olmak
have a meaning
bir araya gelmek
get together

Bill and John like to get together once a month to shoot the breeze. - Bill ve John çene çalmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Bill and John like to get together once a month to talk. - Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
as a whole
bir bütün olarak
in the aggregate
bir büyük
a grown up
bir de
and what's more
bir de
and what is more

He is a great statesman, and what is more a great scholar. - O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.

bir de
boot
bir de
and also
bir de
in addition

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
moreover
bir de
in addition to

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
also

Many people also considered him a madman. - Birçok kişi ayrıca onun bir deli olduğunu düşünüyordu.

Whatever has a beginning also has an end. - Her yokuşun bir de inişi vardır.

bir de bana sor
tell me about it
bir dizi
a range of
bir dizi ...
a series of
bir dizi delikten biri
perforation
bir durumu düzeltmek
(Politika, Siyaset) remedy a situation
bir düz
knit one, purl one
bir hafta önce
a week ago
bir hafta önce
one week ago
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
bir kere
start with
bir kere
begin with
bir kere daha
one more time
bir kere daha
encore
bir kere yaz
(Bilgisayar) write once
bir kere yazılır bellek
Write Once Read Many
bir kerede
in one go
bir kez
e'er
bir kez
ever

I know that it is highly unlikely that you'd ever want to go out with me, but I still need to ask at least once. - Benimle çıkmak isteyeceğinizin pek olası olmadığını biliyorum fakat hâlâ en azından bir kez sormalıyım.

I promised my parents I would visit them at least once every three months. - Ebeveynlerime en az her üç ayda bir kez onları ziyaret edeceğime söz verdim.

bir kez daha
(deyim) once and again
bir kez daha
one more time

I'll say it one more time. - Bir kez daha söyleyeceğim.

Let's try one more time. - Bir kez daha deneyelim.

bir kez daha
on one occasion
bir kez sor
(Bilgisayar) ask once
bir kez yumurtlayan
(Denizbilim) semelparous
bir kez çalıştır
(Bilgisayar) run once
bir nevi
sort of

I sort of had a crush on Tom. - Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.

bir olayı çözmek
(Argo) dope
bir seferde
in one go
bir seçim yapmak
make a choice
bir sorunu çözmek
sort something out
bir söz
undertone
bir süre
for a time

He was happy for a time. - O, bir süre mutluydu.

The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt. - Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.

bir süre önce
a while ago
bir tür
(Havacılık) perspex
bir tür akbaba
buzzard
bir tür akbaba
turkey buzzard
bir tür keklik
grouse
bir tür midye
cockle
bir tür sosis
(Gıda) frankfurter
bir tür yorgan
puff
bir tür şahin
(Hayvan Bilim, Zooloji) buzzard
bir uçtan bir uca
through

I hiked through the Pyrenees from Spain to Paris. - İspanya'dan Parise Pirene'leri bir uçtan bir uca yürüdüm.

bir yana
away

The birds flew away in all directions. - Kuşlar dört bir yana uçuştu.

bir yer
anywhere

Do you feel at home anywhere? - Herhangi bir yerde evinizdeymiş gibi hisseder misiniz?

Tom says he thinks he could live anywhere. - Tom herhangi bir yerde yaşayabileceğini sandığını söylüyor.

bir yerde
anywhere

Is there a telephone anywhere? - Herhangi bir yerde bir telefon var mı?

Tom claims that he wasn't anywhere near the murder scene at the time of the murder. - Tom cinayet anında cinayet mahalline yakın bir yerde olmadığını iddia ediyor.

bir yerde
as it were
bir yerde bulunmak
be situated
bir yerde durmak
stop off
bir yerde ikamet etmek
abode
bir yerde kalmak (su vb)
stand
bir yerde oturan
resident
bir yerde oturan kimse
habitant
bir yerde oturan kimse
calm
bir yerde oturan kimse
occupant
bir yerde toplamak
centralize
bir yerde torpili olmak
have an in
bir yerde tutmak
store
bir yetişkin
a grown up
bir yıllık
ageing
bir yıllık
one-year
bir yıllık olarak hesaplanan
(Ticaret) annualized
bir ölçü
(Gıda) batch
bir önceki
the former one
bir önceki
the preceding one
bir önceki
the previous one

This winter is expected to be colder than the previous one. - Bu kışın bir önceki kıştan daha soğuk olması bekleniyor.

This newspaper article is more interesting than the previous one. - Bu gazete makalesi bir öncekinden daha enteresan.

bir önceki sayı
back number
bir önceki yıl
previous year
bir örnek
one example
bir örnek
one-note
bir şeyin etkisi
(Hukuk) outcome
birden bir şeye başlamak
break into
bire bir
one-to-one
bire bir
teteatete
bire bir eşleştirme
(Bilgisayar) 1-to-1
bir kat daha
more
bir defa
once

Don't try to do all these things at once. - Bu işlerin hepsini bir defada yapmaya çalışma.

You must not forget to write to your parents at least once a month. - En azından ayda bir defa anne babana yazmayı unutmamalısın.

Bir mıh nal kurtarır bir nal bir at kurtarır
(Atasözü) A stitch in time saves nine
Bir pire için yorgan yakar
(Atasözü) He that takes revenge at all costs
Bir çocuktan bir deliden al haberi
(Atasözü) Children and fools speak the truth
bir aralık
a range
bir bardak su lütfen
a glass of water please
bir elin nesi var iki elin sesi var.
(Atasözü) Four eyes are better than two
bir karış
A mixed
bir kuş
a bird
bir kısmı, bir parça, bir bölüm
part, a part of a section
bir yere gitmek
To go to a place
Bir yerde bir aksaklık var
There's a hitch somewhere
bir alan pişman, bir almayan
(Konuşma Dili) It's the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use
bir an at one point: Bir
an bir şey söyleyecek gibi oldu . At one point she looked like she was going to say something
bir aşağı bir yukarı
to and fro
bir aşağı bir yukarı
(to come and go) aimlessly
bir aşağı bir yukarı
chopping and changing
bir aşağı bir yukarı gitmek
pace up and down
bir baştan/uçtan bir başa/uca
(traversing, looking at, surveying, filling a place) from one end to the other, from end to end
bir ben, bir de Allah bilir
(Konuşma Dili) Only God knows what I've gone through
bir bir
respective
bir bir vurmak
pick off
bir davayı soruşturmak, bir davayı tahkik etmek
(Hukuk) to investigate a case
bir dediği bir dediğine uymamak
to blow hot and cold (about)
bir dediği bir dediğini tutmuyor
it does not follow
bir deri bir kemik
gaunt, emaciated, skinny, scrawny, scraggy
bir deri bir kemik
nothing but skin and bones
bir deri bir kemik
scraggy
bir deri bir kemik
starveling
Englisch - Englisch

Definition von bîr im Englisch Englisch wörterbuch

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
Englisch - Türkisch

Definition von bîr im Englisch Türkisch wörterbuch

birini bir yere bırakmak
Drop someone to somewhere