Sami started firing the gun.
- Sami silahı ateşlemeye başladı.
The firing pin's been removed.
- Ateşleme pimi çıkarıldı.
A small spark often ignites a big flame.
- Küçük bir kıvılcım sık sık büyük bir alevi ateşler.
Tom warmed himself by the fire.
- Tom ateşle kendisini ısıttı.
She warmed herself by the fire.
- Kendisini ateşle ısıttı.
I have a cough and a little fever.
- Benim öksürüğüm ve biraz ateşim var.
I have a cough and a little fever.
- Öksürüğüm ve az da ateşim var.
Animals are afraid of fire.
- Hayvanlar ateşten korkar.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
I have a high temperature.
- Benim yüksek ateşim var.
I seem to have a temperature.
- Ateşim var gibi görünüyorum.
Tom ran out of matches so he couldn't light the fire.
- Tom tüm kibriti tüketti bu yüzden ateşi yakamadı.
The difference between the right word and almost the right word is the difference between lightning and the lightning bug.
- Doğru kelime ve doğruya yakın kelime arasındaki fark şimşek ve ateş böceği arasındaki farktır.
This is the police. Would you mind coming down to the station? W-why? You can't think it's not a crime to go shooting guns off in the middle of town?!
- Ben polis. Karakola kadar gelir misiniz? N-neden? Kasabanın ortasında tabancayla ateş etmeye gitmenin bir suç olmadığını düşünemiyor musun?!
Tom didn't have the guts to shoot Mary.
- Tom'un Mary'ye ateş edecek cesareti yoktu.
Tom started shooting.
- Tom ateş etmeye başladı.
This is the police. Would you mind coming down to the station? W-why? You can't think it's not a crime to go shooting guns off in the middle of town?!
- Ben polis. Karakola kadar gelir misiniz? N-neden? Kasabanın ortasında tabancayla ateş etmeye gitmenin bir suç olmadığını düşünemiyor musun?!
The four basic elements are Earth, Air, Fire and Water.
- Dört temel öge toprak, hava ateş ve sudur.
Aristotle believed that everything on Earth was made from four elements: earth, air, fire and water.
- Aristoteles dünyadaki her şeyin dört elementten yapılmış olduğuna inanıyordu: toprak, hava, ateş ve su.
A small spark often ignites a big flame.
- Küçük bir kıvılcım sık sık büyük bir alevi ateşler.
The car turned over and burst into flames.
- Araba devrildi ve ateş aldı.
A bright fire was glowing in the old-fashioned Waterloo stove.
- Eski moda Waterloo sobasında parlak bir ateş parlıyordu.
You could see the glow of the fire for miles.
- Ateşin parıltısını millerce görebildiniz.
They were exposed to the enemy's gunfire.
- Düşmanın ateşine maruz bırakıldılar.
I've been hearing gunfire in the distance.
- Ben uzaktan top ateşi duyuyorum.
Do you have a fever? You look flushed.
- Ateşin var mı? Kızarmış görünüyorsun.
Tom and Mary were in the middle of a heated argument when John walked into the room.
- John odaya girdiğinde Tom ve Marry ateşli bir tartışmanın ortasındaydı.
Tom had a heated argument with Mary.
- Tom'un Mary ile ateşli bir tartışması vardı.