O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Birisi sana yardım ettiğinde, en azından, teşekkür ederim diyebilirdin.
- You might at least have said, Thank you, when someone helped you.
Derhal git, yoksa geç kalacaksın.
- Go at once, otherwise you will be late.
Derhal bir diş hekimi ile görüşsen iyi olur.
- You'd better see a dentist at once.
Onu hemen tanıdım, çünkü onu daha önce görmüştüm.
- I recognized him at once, because I had seen him before.
Bari hemen başlayalım.
- We may as well start at once.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
O bebek gerçekten hiç şirin değildir.
- That baby is really not cute at all.
Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
- To tell the truth, this matter does not concern it at all.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You could at least say thank you.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Bob maskeli olmasına karşın, ben onu bir bakışta tanıdım.
- Although Bob was in disguise, I recognized him at a glance.
Bir bakışta yanlış bir şey olduğunu söyleyebildim.
- I could tell at a glance that something was wrong.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Hava kararmıştı ve ne yapacağımı şaşırmıştım.
- It got dark and I was at a loss what to do.
Hangi fakülteyi seçeceği hakkında şaşırmıştı.
- He was at a loss as to which faculty to choose.
Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.
- Perhaps you should try doing one thing at a time.
Tom'un bir seferde sadece bir ziyartçisi olması gerekiyor.
- Tom is only supposed to have one visitor at a time.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
Endişelenme. İlk bakışta korkutucu gözükebilir, ama aslında çok arkadaş canlısı bir insandır.
- Don't worry. He may look intimidating at first glance, but he's actually a very friendly person.
İlk bakışta bu iki otobüs birbirine benziyor.
- The two buses resemble each other at first glance.
Eldeki işe konsantre olalım.
- Let's concentrate on the job at hand.
Elde herhangi bir iyi referans kitabım yok.
- I don't have any good reference book at hand.
İki gün önce kaçan mahkum hâlâ serbest.
- The prisoner who escaped two days ago is still at large.
Beş mahkûm yeniden tutuklandı, ancak diğer üçü hâlâ serbest.
- Five prisoners were recaptured, but three others are still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Burada neyin tehlikede olduğunun farkındayım.
- I'm aware of what is at stake here.
Neyin tehlikede olduğunun farkındayım.
- I'm aware of what is at stake.
Artık önemli olduğuna inanmadığım, o zamanlar önemli olduğunu düşündüğüm çok şey vardı.
- There were many things that I thought were important at that time that I no longer believe are important.
Artık bir şey söylemeyeceğim.
- I'll leave it at that.
Ben o zaman görevde değildim.
- I was off duty at the time.
Tom o zaman sarhoş olduğunu iddia ediyor.
- Tom claims he was drunk at the time.
Tom ve Mary her ikisi de iş başında.
- Tom and Mary are both at work.
Çalışma odasında hâlâ iş başında.
- He is still at work in the workroom.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Tom Mary'yi asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary at all.
Asla hatalı değilsin.
- You are not at all wrong.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Bir kaza her zaman olabilir.
- An accident may happen at any time.
Bir deprem her zaman olabilir.
- An earthquake can happen at any time.
Ağaç çürük ve taş ölü, ve her an düşebilir.
- The tree is rotten and stone dead, and could fall at any time.
Bina her an çökebilir.
- The building may crash at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
O, ilk önce atı beğenmedi.
- She didn't like the horse at first.
İlk önce öğretmen olduğunu sanmıştım ama değilmiş.
- At first, I thought he was a teacher, but he wasn't.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Aniden gökyüzü karardı ve yağmur başladı.
- All at once the sky became dark and it started to rain.
Aniden bir feryat duydum.
- All at once, I heard a cry.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
Rastgele sorular sordu.
- He asked questions at random.
O, CD'leri rastgele dinledi.
- She listened to her CDs at random.
O dükkandan elma satın alabileceğini bile biliyor muydun?
- Did you even know that you could buy apples at that store?
O zaman biz bile Boston'da değildik.
- We weren't even in Boston at that time.
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Bazen yalnız hissediyorum.
- I get lonely at times.
Bazen curve'ü carve ile karıştırıyorum.
- At times I confuse curve with carve.
Sizi rahatsız ediyor muyum? Hayır, hiç de değil
- Do I annoy you? No, not at all.
Tom'un pazartesi günü hiç dersi yok.
- Tom has no classes at all on Monday.
Tom dün gece Mary'yi rahat ettiriyor gibi görünmüyordu.
- Tom couldn't seem to put Mary at ease.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
İlk olarak, Tom Fransızcanın zor olduğunu düşündü ama onun kolay olduğunu düşünüyor.
- At first, Tom thought French was difficult, but now he thinks it's easy.
İlk olarak, onlar ona inanmadılar.
- At first, they didn't believe him.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Önce plandan hoşlandığımı düşündüm fakat ikinci düşünüşümde ona karşı çıkmaya karar verdim.
- At first I thought I liked the plan, but on second thought I decided to oppose it.
Giriş sınavımız çok yakındı.
- Our entrance examination was near at hand.
Küresel bir kriz yakındır.
- A global crisis is at hand.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr. Nakamura at home?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Sonunda,gerçeği öğrendik.
- At last, the truth became known to us.
Sonunda aklıma güzel bir fikir geldi.
- At last a good idea struck me.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom'un en çok 300 doları var.
- Tom has $300 at most.
En çok, Henry'nin sadece altı doları var.
- At most, Henry has only six dollars.
Tom en fazla otuzdur.
- Tom is thirty at most.
O, en fazla sadece yirmi dolar ödeyebilir.
- He can only pay twenty dollars at most.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Benim şu anda paraya ihtiyacım yok.
- I don't need money at present.
Onlar şu anda İngiltere'de büyük bir şirket için çalışıyorlar.
- At present they are working for a big company in England.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
Sanırım o zamanda hiçbirimiz zaman makinesine oldukça inanmıyordu.
- I think that at that time none of us quite believed in the Time Machine.
O zamanda biz çocuktuk.
- We were children at that time.
O şimdi işte fakat yedide dönecek.
- He is at work now, but will return at seven.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
- I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
Ne olursa olsun, programı değiştiremeyiz.
- At any rate, we can't change the schedule.
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Nihayet, çalışmayı sona erdirdiler.
- At last, they ceased working.
Nihayet, onlar kanla özgürlüğü satın aldı.
- At last, they purchased freedom with blood.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Sibirya Demiryolu, dünyadaki bir defada en uzun ve en iyi bilinen demiryoludur.
- The Siberian Railway is at once the longest and best known railway in the world.
Bu işlerin hepsini bir defada yapmaya çalışma.
- Don't try to do all these things at once.
O ada bir zamanlar Fransa tarafından yönetildi.
- That island was governed by France at one time.
Bir zamanlar Amerika'da birçok köle vardı.
- At one time there were many slaves in America.
Bir noktada, bu cümle Esperanto'ya çevrilecek.
- At some point, this sentence will be translated in Esperanto.
Hiçbir münakaşa hayrına bitmez, bir noktada illa ki tekrar su yüzüne çıkar.
- No controversy is ever over for good. It will always resurface at some point.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
O anda dünya ile tam bir uyum içinde olduğumu hissettim.
- At that moment, I felt in complete harmony with the world.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
İlk zamanlar bunu yapmaktan hoşlanmadım.
- I didn't like doing this at first.
İlk zamanlar şüpheciydim.
- I was skeptical at first.
Başlangıçta, onun senin erkek kardeşin olduğunu sandım.
- At first, I thought he was your brother.
Başlangıçta stajyerler bu şirkette sakardılar.
- At first, the trainees were awkward in his company.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
I know what time you told me to be there, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
I know you told me when you'd be coming, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
The horses make dust as they run.
- Atlar, koşarken toz yapar.
All horses are animals, but not all animals are horses.
- Tüm atlar hayvandır ama tüm hayvanlar at değildir.
The quick brown fox jumps over a lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki, tembel bir köpeğin üzerinden atlar.
The quick brown fox jumps over the lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üzerine atlar.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.