Birisi sana yardım ettiğinde, en azından, teşekkür ederim diyebilirdin.
- You might at least have said, Thank you, when someone helped you.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Derhal işimize başlayalım.
- Let's begin our work at once.
Start derhal yapılmalı.
- A start should be made at once.
Bizim için sürpriz oldu, o hemen yeniden hayata döndü.
- To our surprise, she revived at once.
Onu hemen tanıdım, çünkü onu daha önce görmüştüm.
- I recognized him at once, because I had seen him before.
O, en azından haftada bir kez anne ve babasına yazdı.
- She wrote to her parents at least once a week.
Onun bu görev için nitelikli olması en az iki yılını alacak.
- It will take her at least two years to be qualified for that post.
Sınavda başarısız olarak hakettiğin cezayı gördün,sınava hiç çalışmadın.
- It serves you right that you failed your exam. You didn't study for it at all.
Düne karşın,bugün hiç sıcak değil.
- In contrast to yesterday, it isn't hot at all today.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Tom'un hiç olmazsa yardım önermesini umuyordum.
- I expected Tom to at least offer to help.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Bob maskeli olmasına karşın, ben onu bir bakışta tanıdım.
- Although Bob was in disguise, I recognized him at a glance.
Onun dürüst bir adam olduğunu bir bakışta bildim.
- I knew at a glance that he was an honest man.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Jane ne zaman nereye gideceğini şaşırmıştı.
- Jane was quite at a loss when and where to go.
Hava kararmıştı ve ne yapacağımı şaşırmıştım.
- It got dark and I was at a loss what to do.
Tom'un bir seferde sadece bir ziyartçisi olması gerekiyor.
- Tom is only supposed to have one visitor at a time.
O, bir seferde altı kutu taşıdı.
- He carried six boxes at a time.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
Şimdi görüyorum ki, ilk bakışta cümleyi yanlış anlamışım.
- Now I see that I misunderstood the sentence at first glance.
Endişelenme. İlk bakışta korkutucu gözükebilir, ama aslında çok arkadaş canlısı bir insandır.
- Don't worry. He may look intimidating at first glance, but he's actually a very friendly person.
Elde herhangi bir iyi referans kitabım yok.
- I don't have any good reference book at hand.
Eldeki göreve odaklanın.
- Focus on the task at hand.
Kaçan tutuklu hala serbest.
- The escaped prisoner is still at large.
İki gün önce kaçan mahkum hâlâ serbest.
- The prisoner who escaped two days ago is still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Burada neyin tehlikede olduğunun farkındayım.
- I'm aware of what is at stake here.
Onun hayatı tehlikede.
- His life is at stake.
Artık önemli olduğuna inanmadığım, o zamanlar önemli olduğunu düşündüğüm çok şey vardı.
- There were many things that I thought were important at that time that I no longer believe are important.
Artık şimdilik onu bırakalım.
- Let's leave it at that for now.
Tom o zaman sarhoş olduğunu iddia ediyor.
- Tom claims he was drunk at the time.
Ben o zaman görevde değildim.
- I was off duty at the time.
Babam şimdi hastanede iş başında.
- My father is now at work at the hospital.
Tom hâlâ iş başında olmalı.
- Tom should still be at work.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Tom asla sizinle aynı fikirde görünmüyor.
- Tom doesn't seem to agree with you at all.
Tom Mary'yi asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary at all.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Beni her zaman arayabilirsin.
- You can call me at any time.
Bir kaza her zaman olabilir.
- An accident may happen at any time.
Her an yağmur yağabilir.
- It may rain at any time.
O her an meydana gelebilir.
- That could happen at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
İlk önce öğretmen olduğunu sanmıştım ama değilmiş.
- At first, I thought he was a teacher, but he wasn't.
İlk önce kimse bana inanmıyordu.
- No one believed me at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Aniden bir feryat duydum.
- All at once, I heard a cry.
Aniden gökyüzü karardı ve yağmur başladı.
- All at once the sky became dark and it started to rain.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
Rastgele üç kitap seç.
- Choose three books at random.
O, CD'leri rastgele dinledi.
- She listened to her CDs at random.
Ben daha ona bakmadım bile.
- I haven't even looked at that yet.
Tom o zaman o bandoyu hiç duymadı bile.
- Tom had never even heard of that band at that time.
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Hoşuma gittiğin kadar, bazen su katılmamış bir pislik olabildiğini de düşünüyorum.
- As much as I like you, I think you can be a total jerk at times.
Bazen curve'ü carve ile karıştırıyorum.
- At times I confuse curve with carve.
Onun tuhaf olduğunu hiç de düşünmüyorum.
- I don't think it's strange at all.
Tom, Mary'ye hiç de kulak asmadı.
- Tom paid no attention to Mary at all.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Babamın şirketinde asla rahat hissetmedim.
- I never felt at ease in my father's company.
İlk olarak, her şey zor görünüyordu.
- At first, everything seemed difficult.
İlk olarak, Tom Fransızcanın zor olduğunu düşündü ama onun kolay olduğunu düşünüyor.
- At first, Tom thought French was difficult, but now he thinks it's easy.
Önce onu erkek kardeşinle karıştırdım.
- At first, I mistook him for your brother.
Önceleri iş, Tom'a iyi göründü fakat daha sonra iş yorucu oldu.
- At first the job looked good to Tom, but later it became tiresome.
Küresel bir kriz yakındır.
- A global crisis is at hand.
Kararlaştırılmış gün çok yakın.
- The appointed day is close at hand.
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr Nakamura at home?
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr. Nakamura at home?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Sonunda aklıma güzel bir fikir geldi.
- At last a good idea struck me.
Sonunda, dikkatlice geri saymaya başladılar.
- At last, they began to count down cautiously.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
O en çok on sekizdir.
- She is eighteen at most.
En çok, Henry'nin sadece altı doları var.
- At most, Henry has only six dollars.
En fazla 20 dolar ödeyecek.
- He will pay 20 dollars at most.
Tom en fazla otuzdur.
- Tom is thirty at most.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Benim şu anda paraya ihtiyacım yok.
- I don't need money at present.
Şu anda her şey iyi gidiyor.
- Everything is going well at present.
O anda dünya ile tam bir uyum içinde olduğumu hissettim.
- At that moment, I felt in complete harmony with the world.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O zamanda güneşte banyo yapıyordu.
- At that time, she was bathing in the sun.
Sanırım o zamanda hiçbirimiz zaman makinesine oldukça inanmıyordu.
- I think that at that time none of us quite believed in the Time Machine.
O şimdi işte fakat yedide dönecek.
- He is at work now, but will come back at seven.
Evde mi yoksa işte mi daha fazla zaman harcarsın?
- Do you spend more time at home or at work?
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Ne olursa olsun yağmur durduğunda dışarı gideceğim.
- At any rate I will go out when it stops raining.
Boşanma kağıtlarını az önce imzaladım, nihayet özgürüm!
- I've just signed the divorce papers; I'm free at last!
Nihayet, Mario prensesin sevgisini kazanmayı başardı.
- At last, Mario managed to win the princess's love.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Bütün çamaşırımı bir defada yıkayabilir miyim?
- May I wash all my laundry at once?
Kimse bir defada iki şeyi yapamaz.
- Nobody can do two things at once.
Bir zamanlar burada bir köprü vardı.
- At one time, there was a bridge here.
Bir zamanlar, her sabah koşardım.
- At one time, I used to go jogging every morning.
Hiçbir münakaşa hayrına bitmez, bir noktada illa ki tekrar su yüzüne çıkar.
- No controversy is ever over for good. It will always resurface at some point.
Tom yıllarca Mary'den hoşlandı ama bir noktada onun için hisleri aşka dönüştü.
- Tom liked Mary for years, but at some point, his feelings for her changed to love.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
İlk zamanlar bunu yapmaktan hoşlanmadım.
- I didn't like doing this at first.
Tom ilk zamanlar Mary'ye inanmıyordu.
- Tom didn't believe Mary at first.
Başlangıçta, onun senin erkek kardeşin olduğunu sandım.
- At first, I thought he was your brother.
Başlangıçta, ondan hoşlanmadım.
- At first, I didn't like him.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
What were you doing then?
- What were you doing at that time?
I know you told me when you'd be coming, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
The horses make dust as they run.
- Atlar, koşarken toz yapar.
Tom raises Arabian horses.
- Tom Arap atları yetiştirir.
The quick brown fox jumps over the lazy dog.
- Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üzerine atlar.
The cat jumps on top of the table.
- Kedi masanın üstüne atlar.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.