Artık burada çalışmak istemiyorum.
- Ich will hier nicht mehr arbeiten.
Pazar çalışmak zorunda mısın?
- Musst du am Sonntag arbeiten?
Evraklarını derhal teslim et.
- Hand in your papers at once.
Evrakların hepsini bir araya toplar mısın?
- Can you gather all of the papers together?
İşler için onunla röportaj yapıldı.
- She was interviewed for jobs.
İşler başarısız sonuçlanınca işçiler işlerini kaybettiler.
- As businesses failed, workers lost their jobs.
Biz kimlik belgelerimizi güvenlik masasına göstermek zorunda kaldık.
- We had to show our papers at the security desk.
Boşanma kağıtlarını az önce imzaladım, nihayet özgürüm!
- I've just signed the divorce papers; I'm free at last!
Sınav kağıtların Pazartesiye kadar teslim edilmelidir.
- Your test papers must be handed in by Monday.
Tüm evraklar bantlandı ve kasada muhafaza edildi.
- All the papers were taped up and kept in the safe.
Evraklarını derhal teslim et.
- Hand in your papers at once.
Benim babam bir fabrikada çalışır.
- My father works in a factory.
Tom büyük bir fabrika için çalışıyor.
- Tom works for a large factory.
Picasso'nun çalışmalarını severim.
- I like the works of Picasso.
Bu, telif hakkı ile korunan bir materyalin çevirisiydi, bu yüzden telif hakkı sahiplerinin türetilmiş çalışmaları kontrol etme hakkı olduğu için onu iptal ettim.
- This was a translation of copyrighted material, so I deleted it since copyright owners have the right to control derivative works.
Şekspir'in tüm eserlerine sahibim.
- I have the complete works of Shakespeare.
Bilgisayarlar gerçekten edebi eserleri çevirebilir mi?
- Can computers actually translate literary works?
O bir sıhhi tesisat şirketi için çalışıyor.
- He works for a plumbing company.
Beton karma tesisi sadece şantiyeden bir mil uzakta.
- The concrete mixing plant is just a mile from the worksite.
Atölyesinde bir tablo yapıyor.
- He's making a table in his workshop.
Tom'un bodrumunda bir atölyesi var.
- Tom has a workshop in his basement.
Ben işlerin kontrolünü aldım.
- I got control of the works.
Her ülkede aynı şekilde işler.
- It works the same way in every country.
Tom evinin yakınındaki bir spor salonunda egzersiz yapıyor.
- Tom works out in a gym near his house.
O tamamen reklam yapıldığı gibi çalışır.
- It works exactly as advertised.
He is accustomed to working hard.
- Er ist daran gewöhnt, hart zu arbeiten.
I must work hard to make up for lost time.
- Ich muss hart arbeiten, um die verlorene Zeit aufzuholen.