As a guest lecturer in Nelson's class, Miller ran through his ideas for a Xanadu-like software system. Afterward, he was approached by one of the students, Stuart Greene. Miller asked Greene what the reaction to his ideas had been. Not so good, Greene informed him. As always, the class had listened in dumb incomprehension. They seldom understood what Nelson was talking about, and when Miller launched into a similar enthusiastic tirade, their response, Greene laughed, was Oh, no, we can't believe there's another one!.
Tom found out later that the woman he met in the park was Mary.
- Tom daha sonra parkta karşılaştığı kadının Mary olduğunu anladı.
I just found out that my dad is not my biological father.
- Babamın biyolojik babam olmadığını kesinlikle anladım.
Tom didn't find out he was adopted until he was thirteen.
- Tom on üç yaşına kadar evlat edinildiğini anlamadı.
Tom didn't know the meaning of anglophobia, so he did a quick web search to see if he could find out what it meant.
- Tom anglophobia'nın anlamını bilmiyordu, bu yüzden onun ne demek olduğunu bulabilmek için hızlı bir web araştırması yaptı.
I couldn't make out what he wanted to say.
- Onun ne demek istediğini anlayamadım.
I can't make out the meaning of this sentence.
- Ben bu cümlenin anlamını çıkaramıyorum.
Yet Japan is still not sufficiently understood by other countries, and the Japanese, likewise, find foreigners difficult to understand.
- Ancak Japonya hâlâ diğer ülkeler tarafından yeterince anlaşılamamıştır, ve Japonlar, aynı şekilde, yabancıları anlamayı zor bulmuştur.
I know you think you understood what you thought I said, but I'm not sure you realized that what you heard is not what I meant.
- Ne söylediğimi sandığını anladığını düşündüğünü biliyorum fakat duyduğunun benim demek istediğimin olmadığını anladığından emin değilim.
Can you make sense of what he says?
- Onun ne söylediğini anlayabiliyor musun?
Tom tried to make sense of what just happened.
- Tom sadece ne olduğunu anlamaya çalıştı.
Tom says that he has no trouble understanding Mary's French.
- Tom Mary'yi Fransızca anlamakta zorlanmadığını söylüyor.
This kind of music is something that older people have difficulty understanding.
- Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.
I got it, so no bullshit, okay?
- Anladım, bu yüzden saçmalık yok, değil mi?
I think I got it right.
- Sanırım onu doğru anladım.
He does not seem to be able to catch on to what she is saying.
- O onun ne söylediğini anlayabiliyor gibi görünmüyor.
Being a foreigner, I couldn't catch on to the joke.
- Ben bir yabancı olduğum için, şakayı anlayamadım.
I'm trying to figure out how you managed to do that without anyone finding out.
- Biri fark etmeden onu nasıl başardığını anlamaya çalışıyorum.
Tom didn't comprehend everything.
- Tom her şeyi anlamadı.
The professor was unable to comprehend what I meant.
- Profesör ne demek istediğimi anlayamadı.
Tom couldn't figure out what Mary was trying to say.
- Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını anlayamadı.
Tom can't figure out how to fill out this application form.
- Tom başvuru formunu nasıl dolduracağını anlayamıyor.
Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
I do not understand you.
- Siz insanları anlamıyorum.