Düşünmek için zamanım yoktu. Kanaate dayalı karar almak zorundaydım.
- I didn't have time to think. I had to make a judgment call.
Keşke bana Tom demekten vazgeçsen.
- I wish you'd stop calling me Tom.
Sana arkadaşım demekten utanç duyuyorum.
- I am ashamed to call you my friend.
İki gün içinde beni yeniden ara.
- Call me again in two days.
Havaalanına vardığımda onu aradım.
- Arriving at the airport, I called her up.
Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
- I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
Tom Mary'yi geç kalacağını söylemek için aramadığından dolayı azarladı.
- Tom scolded Mary for not calling to say she'd be late.
Bir gün seni ziyaret etmek istiyorum.
- I would like to call on you one of these days.
Her şeyden önce, Jim'i ziyaret etmek zorundayım.
- First of all, I have to call on Jim.
We could always call on a friend.
The captains call the coin toss.
I will call you in an hour.
- Ich werde dich in einer Stunde anrufen.
I'll call them tomorrow when I come back.
- Ich werde sie morgen anrufen, wenn ich zurückkomme.