Sakin olmak için gözlerimi kapattım.
- I closed my eyes to calm down.
Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
- This song is so moving that it brings tears to my eyes.
Gerçek bir keşif yolculuğuna çıkmak yeni manzaralar bulmakla olmaz ancak onlara yeni gözlerle bakmakla olur.
- The real journey of discovery doesn't consist in exploring new landscapes but rather in seeing with new eyes.
Onun gözlerine bakmaktan kaçınmaya çalıştım.
- I tried to avoid looking at her eyes.
Burada bir görsel yanılsama var. Küpe baktığını düşünüyorsun ama gerçekte ekrana bakıyorsun.
- Here's an optical illusion: you think you are looking at a cube, but in fact you are looking at the screen.
Onun gözündeki bakışına göre onun şaka yollu konuştuğunu söyleyebilirdim.
- By the look in his eye I could tell that he was speaking tongue in cheek.
Tom'un gözlerinde terör bakışını gördüm.
- I saw the look of terror in Tom's eyes.
Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
- This song is so moving that it brings tears to my eyes.
O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.
- When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride.
Tom'un delikli bir kaşı var.
- Tom has a pierced eyebrow.
Karanlık pencereden gelen bir ışık pırıltısı vardı.
- There was a glimmer of light from the dark window.
El sıktığımız zaman göz göze gelmeliyiz.
- Our eyes should meet when we shake hands.
Bu, Marika ile ilk defa göz göze gelmemiz.
- This is the first time I've looked Marika in the eye.
Neredeyse bir gözünü kaybediyordu.
- He came close to losing an eye.
Tom'un gözünü kim morarttı?
- Who gave Tom that black eye?
Onun gözü şişmişti ve burnu kanıyordu.
- His eye was swollen and his nose was bleeding.
Görüş yeteneğim bozulmaya başlıyor.
- My eyesight is beginning to fail.
Babamla aynı görüşü paylaşmıyorum.
- I don't see eye to eye with my father.
Onun iyi bir görme gücü vardır.
- He has a good eye sight.
Nazara inanıyor musunuz?
- Do you believe in the Evil Eye?
Şu anda iyi uyumuyorum ve artık gözler altında halkalarım var.
- I'm not sleeping well currently and now have rings under the eyes.
Mary'nin gözlerinin altında mor halkalar vardı.
- Mary had dark circles under her eyes.
Lambanın ışığı siste parıldıyordu.
- The light of the lamp glimmered in the fog.
Sis perdesinin arasından, kendi geleceğim gözüme ilişti.
- In looking through the mist, I caught a glimpse of my future.
Çıplak gözle hâlâ imkansız. Ona dürbünle bakabilirsin.
- It's still impossible with the naked eye. With binoculars you might be able to glimpse it....
Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.
- The use of optical instruments with this product will increase eye hazard.
They went out and eyed the new car one last time before deciding.
Far more annoying were the letters from parents of missing daughters and the private detectives who had begun showing up at his door. Independently of each other, the Cigrand and Conner families had hired “eyes” to search for their missing daughters.
He has an eye for talent.
That dress caught her eye.
When the car cut her off, she gave him the eye.
The car was quite pleasing to the eye, but impractical.
... It's like, did not hit the bull's eye. ...
... the Google Glass that watches our eye? ...