Tom oraya yalnız gitmek zorunda kaldı.
- Tom musste allein dorthin.
Güldüğünde dünya da seninle güler, ama ağladığında yalnız ağlarsın.
- Wenn du lachst, lacht die Welt mit dir, wenn du weinst, weinst du allein.
Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
- The old man lives alone.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes walking alone.
Sadece kapıyı kapamak için çekin. O kendi kendine kitlenecektir.
- Just pull the door shut. It'll lock by itself.
Sen sadece kapının önünde durmak zorundasın. O kendi kendine açılacak.
- You have only to stand in front of the door. It will open by itself.
O yalnız başına kahvaltı yaptı.
- He had breakfast all alone.
Ormanda yalnız başına yaşadı.
- He lived alone in the forest.
Ben gidersem kimsesiz olacaksın.
- If I go, you'll be all alone.
Sadece yalnız bırakılmak istediler.
- They just wanted to be left alone.
Şu anda, Tom sadece yalnız bırakılmayı istiyor.
- Right now, Tom just wants to be left alone.
Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.
- Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
Tek başına yaşıyordu.
- She is used to living alone.
It took courage to sail across the Pacific single-handed.
- Es verlangte Mut, ganz alleine über den Pazifik zu segeln.
She did it single-handedly.
- Sie hat es ganz alleine gemacht.
The tree fell down by itself.
- Der Baum ist von alleine umgefallen.
The candle went out by itself.
- Die Kerze ging von alleine aus.