Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Buradaki tüm ağaçları kesecek misin?
- Are you going to cut down all the trees here?
Para bütün kötülüğün köküdür.
- Money is the root of all evil.
Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
- Can you see anything at all there?
Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
- Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
Onların hepsi lezzetliydi!
- All of it was delicious!
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All they that take the sword shall perish with the sword.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Aşkta ve savaşta her şey adildir.
- All's fair in love and war.
Herkes mutlu görünüyordu.
- They all looked happy.
Kanun herkes için aynıdır.
- The law is equal for all.
Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?
- Could you explain all the safety features to me once again?
Kuzey Afrikalılar az çok İtalyanlar gibidirler. Hepimiz Akdeniz çevresinde yaşayan insanlarız ve birçok kültürel özellikleri paylaşırız.
- North Africans are more or less like Italians. We're all people who live around the Mediterranean Sea and we share many cultural traits.
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Ebeveynlerim Tom'u tekrar görmem için bana izin vermedi.
- My parents didn't allow me to see Tom again.
Bir bütün olarak tanımadan bir hatayı tekrarlamak hepsinin içinde en büyük hatadır.
- Repeating a mistake without recognizing it as one, is the biggest mistake of all.
Tepe tamamen karla kaplıydı.
- The hill was all covered with snow.
Haber tamamen Rusya'nın çöküşü hakkında idi.
- The news was all about the collapse of the Soviet Union.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi.
- Our soccer team beat all the other teams in the town.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi.
- Our soccer team beat all the other teams in the town.
Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Bu bütünüyle korkunç bir hata.
- This is all a terrible mistake.
O, bütünüyle tuhaf görünür.
- It all seems so strange.
Tom tüm hayatı boyunca şanslıydı.
- Tom has been lucky all his life.
Tüm hayatı boyunca o kasabada yaşadı.
- She lived all her life in that town.
Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
- There was food enough for us all.
O hepimizin en ağırıdır.
- He is the heaviest of us all.
Bu cümleyi çevirmek için kimseye izin verilmedi.
- No one is allowed to translate this sentence.
Tüm yapmanız gereken bu cümleyi ezbere öğrenmek.
- All you have to do is to learn this sentence by heart.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
Everything's all right now.
- Everything is all right now.
Everything all right?
- Is everything all right?
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
Everyone in his family is tall.
- His family members are all tall.
Everyone makes mistakes.
- All men are fallible.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
... forcing us all to reinvent the way in which we look at news ...
... - I WANT HIM ALL TO MYSELF. - NO, EDDIE. ...