Buradaki tüm ağaçları kesecek misin?
- Are you going to cut down all the trees here?
Bebek tüm gece ağladı.
- The baby cried all night.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Para bütün kötülüğün köküdür.
- Money is the root of all evil.
Bill her zaman dürüsttür.
- Bill is honest all the time.
Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
- Can you see anything at all there?
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All they that take the sword shall perish with the sword.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
Aşkta ve savaşta her şey adildir.
- All's fair in love and war.
Şu ana kadar yaptığın bütün şey her şeye kusur bulmak, keşke daha yapıcı bir şey söyleyebilsen.
- All you ever do is nitpick. I wish you could say something more constructive.
Herkes mutlu görünüyordu.
- They all looked happy.
Kanun herkes için aynıdır.
- The law is equal for all.
Tom'un tüm isimlerimizi hatırlayabilmesinden özellikle etkilendim.
- I'm particularly impressed that Tom could remember all of our names.
Özellikle Amerika'yı ziyaret etmek istiyorum.
- I'd like to visit America most of all.
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Hepinizle tekrar görüşmeyi ümit ediyorum.
- I hope to meet you all again.
Ebeveynlerim Tom'u tekrar görmem için bana izin vermedi.
- My parents didn't allow me to see Tom again.
Tom tamamen bitkindi.
- Tom was all worn out.
Haber tamamen Rusya'nın çöküşü hakkında idi.
- The news was all about the collapse of the Soviet Union.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
Sıcak suyun tümünü kullanma.
- Don't use all the hot water.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Ben senin yaşındayken, Virgil ve diğerlerinin hepsini ezbere bilirdim.
- When I was your age, I knew Virgil and all the others by heart.
Tüm İngilizce sözcüklerin %80'i diğer dillerden gelmiştir.
- 80% of all English words come from other languages.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Zevk bütünüyle benim.
- The pleasure's all mine.
O, bütünüyle tuhaf görünür.
- It all seems so strange.
Tüm hayatı boyunca o kasabada yaşadı.
- She lived all her life in that town.
Tom bütün hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- Tom has lived in Boston all his life.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
O hepimizin en ağırıdır.
- He is the heaviest of us all.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Bu cümleyi çevirmek için kimseye izin verilmedi.
- No one is allowed to translate this sentence.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
Is everything all right?
- Everything all right?
He lost everything he owned.
- He lost all his possessions.
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
Everyone who knew him admired him.
- All who knew him admired him.
Everyone makes mistakes.
- All men are fallible.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
... but for you all to create amazing experiences. ...
... I don't think it's heretical at all to say that we're in ...