Ben bunu hep yaparım.
- I do it all the time.
Bugün hava harika fakat bu günlerde hep yağmur yağdı.
- The weather today is great, but lately it's been raining all the time.
Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
- The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
Tom bütün yol boyunca kapıyı kapattıramadı.
- Tom couldn't get the door to close all the way.
Bu harika günde bütün en iyi dileklerimle.
- All the best wishes on this wonderful day.
Tom'a en iyi dileklerimizi dileyelim.
- Let's wish Tom all the best.
İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.
- On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time.
O, her zaman sessizdi.
- He was silent all the time.
Tom sürekli Mary hakkında düşünüyor.
- Tom thinks about Mary all the time.
John sürekli hatalar yapıyordu.
- John was making mistakes all the time.
O her zaman ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
- She did nothing but cry all the while.
O her zaman sigara içmeye devam etti.
- He kept smoking all the while.
O çok iyi bir iş yapmıyor. Yine de, onun elinden geleni yaptığını kabul etmelisin.
- He's not doing a very good job. All the same, you've got to admit that he's doing his best.
Yine de teşekkür ederim.
- Thank you all the same.
İnsanlar hepsi bir değil.
- People aren't all the same.
London was startled by a crime of singular ferocity and rendered all the more notable by the high position of the victim.
He knew it was risky, but he did it all the same.
I have never been this excited about having an album. I play it all the time.
The public does not wish to be outraged in this way all the time.
... up all the criminal judges in America ...
... be a treaty that's long--that dates, frankly, all the way back, the original idea for it, ...