Anlaşmak için onu ikna etmeye çalışmak işe yaramaz.
- It is useless to try to persuade him to agree.
Bu konuda Tom'la anlaşmak zorunda kaldık.
- I have to agree with Tom on this one.
Tom'un kabul etmekten başka hiç bir seçeneği olmayacak.
- Tom will have no choice but to agree.
Kabul etmekten başka seçeneğim yoktu.
- I had no choice but to agree.
Onlarla aynı fikirde olmak zorundayım.
- I have to agree with them.
Burada Tom'la aynı fikirde olmak zorundayım.
- I've got to agree with Tom here.
Sıfatın ismiyle uyuşmak zorunda olduğunu unutma.
- Don't forget that the adjective must agree with its noun.
Birlikte çalışmayı kabul ettiler.
- They agreed to work together.
Projede birlikte çalışmayı kabul ettiler.
- They agreed to work together on the project.
Buna katılmak zorundayım.
- I have to agree with this.
Korkarım Tom'un analizlerine katılmak zorundayım.
- I'm afraid I have to agree with Tom's analysis.
Onu başkan olarak seçmeyi uygun buldular.
- They agreed to elect him as president.
Bizim planımız için uygun musun?
- Are you agreeable to our plan?
Ben prensip olarak yasağa katılıyorum fakat uygulamada oldukça zor olacak.
- I agree with the ban in principle, but in practice it will be extremely difficult.
Ben onun fikrine katılıyorum.
- I agree with his opinion.
Bu iklim bana iyi gelmiyor.
- This climate doesn't agree with me.
Buradaki iklim bana iyi gelmiyor.
- The climate here doesn't agree with me.
Biz indirim oranı üzerinde mutabık kaldık.
- We have agreed on the rate of discount.
Amerikalıların çoğu Başkan Wilson ile mutabık kalmıştı.
- Most Americans agreed with President Wilson.
the picture does not agree with the original; the two scales agree exactly.
the same food does not agree with every constitution.
to agree to an offer, or to opinion.
Can we this quote? The more you agree together, the less hurt can your enemies do you. --Sir T. Browne.