Buradaki hayata alışmak biraz zamanımı alacak gibi görünüyor.
- It seems like it will take me a while to get accustomed to life here.
Bir dil ne kadar çok ülkede konuşulursa, yerli konuşanı gibi ses çıkarmak o kadar daha az önemlidir, çünkü o dilin konuşanları değişik lehçeler duymaya alışkındır.
- The more countries a language is spoken in, the less important it is to sound like a native speaker, since speakers of that language are accustomed to hearing various dialects.
Erken kalkmaya alışkınım.
- I'm accustomed to getting up early.
Alışılmış olandan farklı bir bağlamda bir şey görmek şaşırtıcı olabilir.
- Seeing something in a different context than the accustomed one can be surprising.
Tom burada çalışmaya alışmış durumda.
- Tom has gotten accustomed to it working here.
Yoluna çıkan herhangi birine rüşvet vermeye alışmış.
- He is accustomed to bribing anyone who gets in his way.
Kısa sürede kendini soğuk havaya alıştırdı.
- He soon accustomed himself to cold weather.
O hızla kendini yeni çevresine alıştırdı.
- He quickly accustomed himself to his new surroundings.
Böyle bir davranışa alışık değilim.
- I'm not accustomed to such treatment.
Yalnız yatmaya alışık değildi.
- He was not accustomed to sleeping alone.
accustomed to cold.
... are accustomed to thinking about cell phones. To talk, to text, but also in large parts ...
... of this, and I'm slowly getting kind of accustomed to ...