O beni aradığında evden ayrılmak üzereydim.
- I was about to leave my house when she rang me up.
Zil çaldığında tam banyo yapmak üzereydi.
- She was just about to take a bath when the bell rang.
Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- We talked about various things.
Beynin fonksiyonu hakkında çalışıyorlar.
- They study about the function of the brain.
Tom Mary'ye kendi probleminden bahsetmesine rağmen, onu nasıl çözeceğine dair onun herhangi bir tavsiyesini dinlemek istemiyordu.
- Even though Tom told Mary about his problem, he didn't want to listen to any advice she had on how to solve it.
Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.
- I had no idea that Tom knew so much about zebras.
Sorun konusunda sessiz kaldı.
- She kept silent about the problem.
O fiyat değişikliği konusunda bir uyarı koydu.
- He put up a notice about the change in price.
Tokyo borsasında, yaklaşık 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.
- In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter.
Orijinalde su kuyusu anlamına gelen hutong sözcüğü, Moğol dilinden yaklaşık 700 yıl önce gelmiştir.
- The term hutong, originally meaning water well, came from the Mongolian language about 700 years ago.
Tom hemen hemen senin kadar uzun.
- Tom is just about as tall as you are.
Tom artık hemen hemen her yerde olabilr.
- Tom could be just about anywhere by now.
O, takriben seninle aynı yaştadır.
- He's about the same age as you are.
Takriben senin yaşındayız.
- We are about your age.
Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.
- In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter.
Bu sandalyeyi onartmak aşağı yukarı ne tutar?
- About how much would it cost to have this chair repaired?
Genellikle saat altı otuz civarında kalkarım.
- I usually get up at about six-thirty.
Tam fiyatın ne olduğunu unuttum fakat 170 dolar civarındaydı.
- I forgot what the exact price was, but it was about 170 dollars.
Televizyonda, yüzünde ciddi bir görünümü olan birisi ülkemizin geleceği ile ilgili sorunlar hakkında konuşuyor.
- On TV someone with a serious look on his face is talking about the problems of our country's future.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Güneşin Samanyolu etrafında tam bir tur atması yaklaşık 230 milyon yıl alır.
- It takes the Sun about 230 million years to make one complete orbit around the Milky Way.
Çocuklarını etrafında topladı.
- She gathered her children about her.
Tom ayağa kalktı ve etrafına baktı.
- Tom stood up and looked about.
O, evin etrafına bakındı.
- He looked about the house.
O, senin ne kadar değerli olduğunla ilgili değil fakat sana sahip oldukları için ne kadar ödeyecekleri ile ilgilidir.
- It's not about how much you're worth, but how much they are going to pay for having you.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
İtalya'nın nüfûsu, Japonya'nınkinin yaklaşık yarısı kadardır.
- The population of Italy is about half as large as that of Japan.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
Bir parça kağıdın üzerine, yanınızda oturan kişi hakkında hoşlandığınız bir şey yazın lütfen.
- Please write, on a piece of paper, something you like about the person sitting next to you.
Tom, Vikingler'in dünya tarihine etkileri üzerine beş dakikalık bir sunum yaptı.
- Tom gave a five-minute presentation about the influence of the Vikings on world history.
Buralarda bir kulübe vardı.
- There used to be a hut about here.
Buralarda manzara çok güzeldir.
- The scenery about here is very beautiful.
Ben şimdi Fransızca 1'den 100'e kadar sayabilirim. Vay bu harika. Peki 100'den 1 kadar geriye doğru saymaya ne dersin? Hayır, o benim için hala imkansız.
- I can count from 1 to 100 in French now. Wow, that's great. How about counting backwards from 100 to 1? No, that's still impossible for me.
Yaklaşık onun yarısını yedim ve geriye kalanını tabağımda bıraktım.
- I ate about half of it and left the rest on my plate.
Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
- However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
Tom neredeyse herhangi bir şey hakkında şikâyet etmez.
- Tom almost never complains about anything.
Masanın üstünde dans etme hakkında bir kitap var.
- There's a book about dancing on the desk.
Bir araştırma 2008'de erkeklerin yaklaşık 10%'nun obez olduğunu buldu. Bu, 1980'de yaklaşık 5%'in biraz üstündeydi.
- A study found that almost 10% of men were obese in 2008. That was up from about 5% in 1980.
Dün gece saat onda evinizin yanından geçtim.
- I passed by your house about 10 last night.
Senin yanında olsaydım o konuyu ona sormazdım.
- If I were you, I would not have asked him about it.
Bu sıralarda, Lucius Cornelius Sulla, Roma diktatörü olduktan sonra, Sezar'ın onun egemenliği için siyasi bir tehdit olduğunu düşündü.
- At about this time, Lucius Cornelius Sulla, after becoming the dictator of Rome, thought that Caesar was a political threat to his rule.
Onun çevresindeki öğrenciler testten bahsediyordu.
- The students around her were talking about the test.
Onlar ormanın çevresinde dolaştı.
- They roamed about the forest.
He's standing at the edge, and I think he's about to jump.
Why, then, I see, ‘tis time to look about, / When every boy Alphonsus dares control.
And when Paul was now about to open his mouth, Gallio said unto the Jews, If it were a matter of wrong or wicked lewdness, O ye Jews, reason would that I should bear with you:.
'John, I have observed that you are often out and about of nights, sometimes as late as half past seven or eight. ...'.
Let not mercy and truth forsake thee: bind them about thy neck; write them upon the table of thine heart:.
Note: This use passes into the adverbial sense.).
Is not this sudden interest in capturing CO2 — and it has been about for a little while — simply another hidey-hole for the government to creep into?.
Mr. Carter, whose back had been turned, turned about and faced his niece.
Nothing daunted, the fleet put to sea, and after sailing about the island for some time, a landing was effected in the west of Munster.
And withal they learn to be idle, wandering about from house to house; and not only idle, but tattlers also and busybodies, speaking things which they ought not.
'I'll tell you what, Fanny: she must have her way about Sarah Thompson. You can see her to-morrow and tell her so.