Küçük kız kardeşim ve ben çok fazla kovalamaca oynardık. Birbirimizi kovalardık ve kovalayan kişi kovalanana dokunmaya çalışır ve ona Sen ebesin! diye seslenirdi.
- My little sister and I used to play tag a lot. We would chase each other, and the one chasing would try to tag the one being chased and yell: You're it!
Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.
- Japan consumes a lot of paper.
Yolda birçok hayvan gördü.
- He saw a lot of animals on the road.
Yolda birçok hayvan gördü.
- She saw a lot of animals on the road.
Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.
- Japan consumes a lot of paper.
O okulunu çok seviyor.
- She likes her school a lot.
Bir hayli mücevher satın aldın.
- You bought a lot of jewels.
Bilgisayarda bir hayli deneyimin var, değil mi?
- You have a lot of experience in computers, don't you?
Sel pek çok zarara neden oldu.
- The flood caused a lot of damage.
Partide pek çok oyun oynadık.
- We played a lot of games at the party.
Tom'un pek çok zamanı yoktu.
- Tom doesn't have a whole lot of time.
Benim pek çok fikirlerim var.
- I have a whole lot of ideas.
Japonya'da bir sürü güzel mekân var.
- There are a lot of beautiful places in Japan.
Bir sürü arkadaşım var.
- I have a lot of friends.
I have a lot of things to say.
It's a lot harder than it looks.
I go swimming a lot.
A lot depends on whether your parents agree.
... from deficit to surplus and created a whole lot of millionaires to boot. ...
... I don't have a whole lot of money. ...