Gezi çok fazla para gerektirir.
- The trip calls for a lot of money.
Küçük kız kardeşim ve ben çok fazla kovalamaca oynardık. Birbirimizi kovalardık ve kovalayan kişi kovalanana dokunmaya çalışır ve ona Sen ebesin! diye seslenirdi.
- My little sister and I used to play tag a lot. We would chase each other, and the one chasing would try to tag the one being chased and yell: You're it!
Yolda birçok hayvan gördü.
- She saw a lot of animals on the road.
Birçok İngilizce sözcük, Latince'den türemiştir.
- A lot of English words are derived from Latin.
Onun ne de çok kitabı var!
- What a lot of books he has!
Çok daha iyi hissediyorum.
- I'm feeling a lot better.
Bilgisayarda bir hayli deneyimin var, değil mi?
- You have a lot of experience in computers, don't you?
Bir hayli mücevher satın aldın.
- You bought a lot of jewels.
Maruyama Parkı pek çok insanın toplandığı bir yerdir.
- Maruyama Park is a place where a lot of people gather.
Onların pek çok ortak yanı var.
- They have a lot in common.
Bu pek çok anlam ifade etmiyor.
- This doesn't make a whole lot of sense.
Tom'un pek çok zamanı yoktu.
- Tom doesn't have a whole lot of time.
Japonya'da bir sürü güzel mekân var.
- There are a lot of beautiful places in Japan.
Dün Japonya'da bir sürü bina deprem dolayısıyla yıkıldı.
- A lot of buildings collapsed in Japan due to the earthquake yesterday.
I have a lot of things to say.
It's a lot harder than it looks.
I go swimming a lot.
A lot depends on whether your parents agree.
... And we know we can do a whole lot better because sometimes ...
... from deficit to surplus and created a whole lot of millionaires to boot. ...