Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching television.
Biraz daha biber ekle.
- Add a little more pepper.
Ben biraz İngilizce öğreniyorum.
- I am learning a little English.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the couch.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Pastadan bir parça al.
- Have a little of this cake.
İşte senin için bir parça tavsiye, Tom.
- Here's a little nugget of advice for you, Tom.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona verdim.
- I gave him what little money I had.
Sahip olduğum azıcık bilgiyi ona verdim.
- I gave her what little information I had.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the couch.
Şişe içinde kalan sadece bir miktar süt vardı.
- There was only a little milk left in the bottle.
Tom birazcık hız limitinin üzerinde sürerse vaktinde havaalanına yetişebileceğini düşündü.
- Tom thought he could reach the airport on time if he drove a little over the speed limit.
Birazcık heyecan istemez misin?
- Don't you want a little excitement?
Bu genç adam ülkesi hakkında çok az şey biliyor.
- This young man knows little about his country.
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Kısa bir süre için burada kalıyorum.
- I'm staying here for a little while.
Bu cümleyi biraz daha kısalt.
- Make this sentence a little shorter.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Tom'un çocuklarına bu kadar az zaman harcaması şaşırtıcı.
- It's amazing how little time Tom spends with his children.
Konuşmaya hazırlanmak için çok az zamanım vardı.
- I had little time to prepare the speech.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona verdim.
- I gave him what little money I had.
The door was opened a little.
A little water has spilled.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
Dead flies cause the ointment of the apothecary to send forth a stinking savour: likewise a small act of folly unto him that is esteemed for wisdom and honour.
- As dead flies give perfume a bad smell, so a little folly outweighs wisdom and honor.
He's just a small-time thug, but if he had just a little more moxie, he could be a big-time boss.
- He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.
... But it's a little bit tricky to get to. ...
... Tell us a little bit about how you got started. ...