Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching TV.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Ben biraz Japonca konuşuyorum.
- I speak a little Japanese.
Biraz daha yavaşça konuşabilir misin?
- Could you please speak a little bit more slowly?
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Tom azıcık erken geldi.
- Tom was a little early.
Tom pastanın bir parçasını aldı.
- Tom got a little pie.
İşte senin için bir parça tavsiye, Tom.
- Here's a little nugget of advice for you, Tom.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona ödünç verdim.
- I lent him what little money I had.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
Sahip olduğu azıcık parasını kaybetti.
- She lost what little money she had.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the couch.
Şişe içinde kalan sadece bir miktar süt vardı.
- There was only a little milk left in the bottle.
Birazcık öğrenme tehlikeli bir şeydir.
- A little learning is a dangerous thing.
Tom birazcık tart aldı.
- Tom got a little bit of pie.
Bu genç adam ülkesi hakkında çok az şey biliyor.
- This young man knows little about his country.
Tom Mary'den muhtemelen sadece biraz daha genç.
- Tom is probably just a little younger than Mary.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Bu cümleyi biraz daha kısalt.
- Make this sentence a little shorter.
Kısa bir süre için burada kalıyorum.
- I'm staying here for a little while.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Bir sonraki trenden önce az zamanımız var.
- We have a little time before the next train.
Tom'un çocuklarına bu kadar az zaman harcaması şaşırtıcı.
- It's amazing how little time Tom spends with his children.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona ödünç verdim.
- I lent him what little money I had.
O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi.
- Poor as she was, she gave him what little money she had.
The door was opened a little.
A little water has spilled.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
I have small change with me.
- I have a little money with me.
He's just a small-time thug, but if he had just a little more moxie, he could be a big-time boss.
- He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.
... do things that are a little bit outside their comfort zone ...
... Look at her little collage. ...