Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching TV.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Eşyaları biraz daha ciddi bir şekilde al.
- Take things a little more seriously.
Biraz daha yavaşça konuşabilir misin?
- Could you please speak a little bit more slowly?
Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Tom azıcık erken geldi.
- Tom was a little early.
Bir seferde azıcık iş yapacağım.
- We'll do a little at a time.
Pastadan bir parça al.
- Have a little of this cake.
Tom pastanın bir parçasını aldı.
- Tom got a little pie.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
Onun az miktarda kazanma şansı vardır.
- There is little chance of his winning.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the couch.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
- He gave the boy what little money he had.
Şişe içinde kalan sadece bir miktar süt vardı.
- There was only a little milk left in the bottle.
Birazcık heyecan istemez misin?
- Don't you want a little excitement?
Birazcık öğrenme tehlikeli bir şeydir.
- A little learning is a dangerous thing.
Benim için biraz çok gençsin.
- You're a little too young for me.
Bu genç adam ülkesi hakkında çok az şey biliyor.
- This young man knows little about his country.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Lütfen TV'yi biraz kısar mısın?
- Would you please turn down the TV a little?
Sesi biraz kısar mısın?
- Could you lower the volume a little?
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
O kadar az zamanım vardı ki öğle yemeğini aceleyle yemek zorunda kaldım.
- I had so little time that I had to eat lunch in a hurry.
Konuşmaya hazırlanmak için çok az zamanım vardı.
- I had little time to prepare the speech.
Onun az miktarda kazanma şansı vardır.
- There is little chance of his winning.
O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi.
- Poor as she was, she gave him what little money she had.
The door was opened a little.
A little water has spilled.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
I have small change with me.
- I have a little money with me.
He's just a small-time thug, but if he had just a little more moxie, he could be a big-time boss.
- He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.
... Whereas, we've got three amazing boys now and a little ...
... firmware is running, and I need to know that the little green light always comes on when ...