Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.
- They spent the entire day on the beach.
Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.
- Working together, they cleaned the entire house in no time.
Tom üç saatte tüm kitabı okudu.
- Tom read the entire book in three hours.
Tom'un vasiyetine göre, Mary onun tüm gayrimenkulünü miras olarak alacak.
- According to Tom's will, Mary will inherit his entire estate.
Kaza tamamen önlenebilirdi.
- The accident was entirely avoidable.
Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
- I don't entirely understand what he said.
Tom gece yarısında uyandı ve bir paket cipsin hepsini yedi.
- Tom woke up in the middle of the night and ate an entire bag of chips.
Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
- Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.