İngilizce uluslararası bir izleyici kitlesiyle konuşurken, oldukça sık tercih edilen bir dildir.
- English is quite often the language of choice when speaking to an international audience.
Tom'un bu bu meselede bir tercihi yok.
- Tom has no choice in this matter.
Onların gitmekten başka seçenekleri yoktu.
- They had no choice but to leave.
Onun planını kabul etmekten başka seçenek yoktur.
- There is no choice but to agree to his plan.
Yoksulluktan dolayı okulu bırakmaktan başka seçimi yoktu.
- He had no choice but to give up school because of poverty.
Tom Mary'nin doğru bir seçim yaptığına inanıyor.
- Tom believes Mary made the right choice.
Tom'a hiçbir alternatif sunmadım.
- I gave Tom no choice.
Sanırım alternatifimiz yok.
- I suppose we have no choice.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Şimdi çalışmaktan başka çarem yok sanırım.
- I guess I have no choice but to work out now.
Bir mıknatıs bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
Hava güzel olursa, onlar mantar toplamak için ormana gidecek.
- They will go to the woods to pick mushrooms, weather permitting.
Sana bir seçme hakkı veriyoruz.
- We're giving you a choice.
Bana bu konuda seçme hakkı bırakmıyorsun.
- You leave me no choice in the matter.
Test çoktan seçmeliydi.
- The test was multiple choice.
Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
- Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
O mükemmel bir seçim.
- That's an excellent choice.
... choice! And the best way to actually measure this ...
... are going to double, we have another choice. Do we double the area from three percent ...