Definition von ağırlaştır im Türkisch Englisch wörterbuch
- aggravate
Tom aggravated the situation.
- Tom durumu ağırlaştırdı.
The long trip aggravated her injury.
- Uzun yolculuk onun yarasını ağırlaştırmış.
- To give coloring to in description; to exaggerate; as, to aggravate circumstances. — William Paley
- To exasperate; to provoke; to irritate
If both were to aggravate her parents, as my brother and sister do mine. — Samuel Richardson Clarissa.
- {v} to make worse, or more severe,.ul used of evils only
- to make heavier, worse, or more burdensome
- {f} exacerbate, make worse; annoy
- If someone or something aggravates a situation, they make it worse. Stress and lack of sleep can aggravate the situation = exacerbate ¡Ù alleviate
- To give coloring to in description; to exaggerate; as, to aggravate circumstances
- If someone or something aggravates you, they make you annoyed. What aggravates you most about this country? = annoy + aggravating ag·gra·vat·ing You don't realise how aggravating you can be. = annoying + aggravation aggravations ag·gra·va·tion I just couldn't take the aggravation. = annoyance
- To make worse, or more severe; to render less tolerable or less excusable; to make more offensive; to enhance; to intensify
- To give coloring to in description; to exaggerate; as, to aggravate circumstances. -Paley
- To make heavy or heavier; to add to; to increase
- If someone or something aggravates a situation, they make it worse. Stress and lack of sleep can aggravate the situation = exacerbate alleviate
- ağır
- heavy
The clothes soaked in water overnight were heavy.
- Suda bir gecede ıslanmış elbiseler ağırdılar.
Can you manage to carry that heavy suitcase by yourself?
- O ağır bavulu kendiniz taşıyabilir misiniz?
- ağır
- weighty
- ağır
- {s} slow
I want to see the scene in slow motion.
- Sahneyi ağır çekimde görmek istiyorum.
It was like watching a slow motion movie.
- Ağır çekim bir film izlemek gibiydi.
- ağır
- serious
She was not seriously injured.
- O ağır yaralı değildi.
Both were seriously wounded.
- Her ikisi de ağır yaralandı.
- ağır
- severe
In severe cases, cracks can form or it can snap apart.
- Ağır vakalarda çatlaklar oluşabilir ya da kırılabilir.
Air traffic controllers are under severe mental strain.
- Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.
- ağır
- {s} cumbersome
- ağır
- {s} harsh
The surrender terms were harsh.
- Teslim şartları ağır idi.
- ağır
- {s} languid
- ağır
- {s} arduous
- ağır
- lazy
- ağır
- severly
- ağır
- hurtful
- ağır
- {s} ponderous
- ağır
- nasty
- ağır
- difficult
This is the most difficult book I have ever read.
- Bu, şimdiye kadar okuduğum en ağır kitap.
- ağır
- smelly
- ağır
- clunky
- ağır
- biting
- ağır
- close
- ağır
- foul smell
- ağır
- deed
- ağır
- severest
- ağır
- offensive
- ağır
- viscous
- ağır
- precious
- ağır
- sharp
- ağır
- thick
The ice is not thick enough to hold our weight.
- Buz bizim ağırlığımızı taşıyacak kadar kalın değil.
- ağır
- cutting
- ağır
- {s} oppressive
- ağır
- {s} strong
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Şu ağır metal kutuları taşıyacak kadar güçlüyüm.
The structure isn't strong enough to support that much weight.
- Yapı bu kadar ağırlığı taşıyacak kadar güçlü değil.
- ağır
- dull
- ağır
- torpid
- ağır
- onerous
- ağır
- drudge
- ağır
- rich
An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami.
- Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.
- ağır
- drudging
- ağır
- drudgery
- ağır
- logy
- ağır
- hulking
- ağır
- stick-in-the-mud
- ağır
- tardy
- ağır
- laggard
- ağır
- desperate
- ağır
- not fast
- ağır
- heavier
Gold is far heavier than water.
- Altın sudan çok daha ağırdır.
Gold is heavier than iron.
- Altın demirden daha ağırdır.
- ağır
- heavily
I was heavily sedated.
- Ağır şekilde sakinleşmiştim.
Were they heavily armed?
- Onlar ağır silahlı mıydı?
- ağır
- valuable
- ağır
- graver
- ağır
- heavy weight
- ağır
- heavy; heavy, difficult, strenuous; dull, stodgy, ponderous; serious, grave, severe, nasty; stuffy, smelly; (söz) offensive, hurtful, cutting, biting; slow, ponderous; (yiyecek) indigestible, rich, stodgy, heavy; thick, viscous; (uyku) deep; valuable, pre
- ağır
- slow-moving
- ağır
- valuable, precious
- ağır
- hard
You are working too hard. Take it easy for a while.
- Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al.
My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
- Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
- ağır
- heavyweight
He will fight the heavyweight champion tomorrow.
- Yarın ağır siklet şampiyonu ile karşılaşacak.
- ağır
- bovine
- ağır
- heavy, difficult (work)
- ağır
- thick, viscous
- ağır
- sharp (words)
- ağır
- stuffy, oppressive; smelly
- ağır
- seriously
Her child had been seriously ill for a week before Dr. Kim arrived.
- Dr. Kim gelmeden önce bir hafta boyunca çocuğu ağır hasta olmuştu.
Barney was wounded seriously.
- Barney ağır şekilde yaralandı.
- ağır
- slowly; ponderously
- ağır
- badly
Tom's bag was badly damaged.
- Tom'un çantası ağır hasar gördü.
He was injured badly in the accident.
- O, kazada ağır yaralandı.
- ağır
- indigestible
- ağır
- serious, difficult (problem)
- ağır
- dignified
What a dignified man!
- Ne ağırbaşlı bir adam!
Tom says I look dignified.
- Tom ağırbaşlı göründüğümü söylüyor.
- ağır
- indigestible, rich, heavy (food)
- ağır
- heavy; (Askeriye) heavy
- ağır
- unwholesome
- ağır
- severely
Tom must be severely punished.
- Tom ağır cezalandırılmalı.
Tom was severely injured.
- Tom ağır biçimde yaralandı.
- ağır
- serious, grave (sickness, wound)
- ağır
- foul (smell)
- ağır
- serious-minded
- ağır
- back breaking
- ağır
- repressive
- ağır
- cutting, hurtful, offensive
- ağır
- slow; ponderous
- ağır
- {s} measured
- ağır
- slowly
- ağır
- {s} grievous
- ağır
- {s} stodgy
- ağır
- {s} smashing
- ağır
- {s} slashing
- ağır
- plodding
- ağır
- {s} toilful
- ağır
- {s} grave
Dan was struck and gravely injured by a truck.
- Dan bir kamyon tarafından çarpıldı ve ağır bir şekilde yaralandı.
- ağır
- {s} strenuous
- ağır
- {s} unwieldy
- ağır
- stiff
- ağır
- serious minded
- ağır
- distant
- ağır
- {s} cumbrous
- ağır
- funereal
- ağır
- {s} slack
- ağır
- pedestrian
- ağır
- {s} burdensome
- ağır
- {s} scornful
- ağır
- sweaty
- ağır
- {s} deep
- ağır
- {s} contemptuous
- ağır
- slow moving
- ağır
- ponderable
- ağır
- largo
- ağır
- musty
- ağır
- {s} deliberate
- ağır
- prosy
- ağır
- lento
- ağır
- burden
They were burdened with heavy taxes.
- Ağır vergi yükü altındaydılar.
- ağır
- acute
- ağır
- {s} sluggish
- ağır
- {s} Fabian
- ağır
- {s} lumbering
- ağır
- soggy
- ağır
- {s} massive
An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami.
- Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.
- ağır
- {s} hefty
- ağır
- {s} foul
- ağır
- {s} toilsome
- ağır
- {s} muzzy