şey!

listen to the pronunciation of şey!
Türkisch - Englisch
stuff

The only thing on the table that I normally wouldn't eat is that stuff on the yellow plate. - Normal olarak yemediğim masadaki tek şey sarı tabaktaki şeydir.

Tom doesn't like it when this kind of stuff happens. - Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.

{i} thing

I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do. - Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.

The thing you have to know about Batman is, he's a superhero. - Batman hakkında bilmeniz gereken şey, onun süper kahraman olmasıdır.

article

Please place all articles not related to the lesson inside your bag. - Lütfen dersle ilgisi olmayan her şeyi çantana koy.

There are a variety of articles in her purse. - Çantasında çeşitli şeyler var.

{i} matter

It doesn't matter what he said. - Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.

It is no laughing matter that he couldn't graduate from university this year. - Onun bu yıl üniversiteden mezun olamaması gülünecek bir şey değil.

chose

There are some things we could've change, but we chose not to. - Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.

I realized that what I had chosen didn't really interest me. - Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.

entity
{i} doing

I asked Tom to do the same thing that Mary was doing. - Tom'un Mary'nin yaptığı aynı şeyi yapmasını rica ettim.

Today I just feel like staying at home and doing nothing. - Canım bügün evde kalmak ve bir şey yapmamak istiyor.

{i} concern

It's no concern of mine. - O, beni ilgilendiren bir şey değil.

Tom seems to be very concerned about something. - Tom bir şey hakkında çok endişeli görünüyor.

gizmo
aggregate
gimmick
hickey
thingumabob
business

Perpetual devotion to what a man calls his business, is only to be sustained by perpetual neglect of many other things. - kendi işini sürekli fedakarlık olarak tanımlayan biri, sadece diğer bir çok şeyi ihmal ederek sürdürülebilir.

It's my business to investigate such things. - Bu tür şeyleri araştırmak benim işim.

dingus
doohickey
the thing is
in thing
well

I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind. - Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.

Everything is well with us. - Bizimle her şey iyidir.

thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
object

It was an object of terror. - Dehşet veren bir şeydi.

You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love... - Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...

affair

He knows a lot about foreign affairs. - Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.

thingummy
doings
what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
lark
doodad
thingumajig
whosit
picayune
backbone
{i} res
contraption
aught
plummet
thingamajig
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) BAZİL
(Osmanlı Dönemi) SÜMM
(Osmanlı Dönemi) HURS
(Osmanlı Dönemi) HİLBİSE
(Osmanlı Dönemi) FÜVFE
(Osmanlı Dönemi) MA'NE
(Osmanlı Dönemi) KUZA'MELE
Nesne, madde: "Asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir."- A. Ş. Hisar
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin adı yerine kullanılır: "Bana sen pek çok şey kazandırdın."- R. H. Karay
Nesne, madde
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb. nin adı yerine kullanılır
(Osmanlı Dönemi) KAZAM