Chris could not conceal his sadness when he heard that Beth had been unable to find his valuable watch.
- Chris, Beth'in değerli kol saatini bulamadığını duyduğunda üzüntüsünü gizleyemedi.
He hid his sadness behind a smile.
- Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı.
The news filled her with sorrow.
- Haber onu üzüntü ile doldurdu.
Joy was mingled with sorrow.
- Joy üzüntüden altüst olmuştu.
Friendship redoubles joy and cuts grief in half.
- Dostluk sevinci ikiye katlar ve üzüntüyü yarıda keser.
I hope that incident won't cause you any grief when you try to leave the country.
- Umarım ülkeyi terk etmeye çalışırken bu olay size bir üzüntüye neden olmaz.
The loss of his mother brought him sorrow and regret.
- Annesinin kaybı ona üzüntü ve pişmanlık getirdi.
She regretted deeply when she looked back on her life.
- Hayatında geriye baktığında, o derin üzüntü duymuştur.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındı.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındılar.
I saw the mark of sadness that had remained on her face.
- Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
He hid his sadness behind a smile.
- Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı.