özünüz

listen to the pronunciation of özünüz
Türkisch - Englisch
yourself
you; used emphatically, especially to indicate exclusiveness of the referent's participation in the predicate, i.e., that no one else is involved

You yourself know that what you wrote was wrong.

Your usual, normal, or true self

After a good night's sleep you'll feel like yourself again.

Your own self

Be careful with that fire or you'll burn yourself.

{p} you, even you, you only, you alone
An emphasized or reflexive form of the pronoun of the second person; used as a subject commonly with you; as, you yourself shall see it; also, alone in the predicate, either in the nominative or objective case; as, you have injured yourself
emphasis You use yourself to emphasize the person that you are referring to. They mean to share the business between them, after you yourself are gone, Sir I've been wondering if you yourselves have any idea why she came
politeness You use yourself instead of `you' for emphasis or in order to be more polite when `you' is the object of a verb or preposition. A wealthy man like yourself is bound to make an enemy or two along the way by yourself: see by
{i} your own person; by your own person; to your own person; from your own person
A speaker or writer uses yourself to refer to the person that they are talking or writing to. Yourself is used when the object of a verb or preposition refers to the same person as the subject of the verb. Have the courage to be honest with yourself and about yourself Your baby depends on you to look after yourself properly while you are pregnant Treat yourselves to a glass of wine to help you relax at the end of the day
Yourself is the second person reflexive pronoun
öz
core

He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator. - Dış görünüşte bir sümsük gibi görünüyor. Fakat özünde onu zorlu bir delege yapan sağlam bir iradesi var.

öz
{i} self

Tom sent Mary a selfie. - Tom Mary'ye bir özçekim gönderdi.

His self-denial is admirable. - Onun özverisi takdire değer.

öz
essence

The essence of liberty is mathematics. - Özgürlüğün özü matematiktir.

Freedom is the essence of mathematics. - Matematiğin temeli özgürlüktür.

öz
own

I came here of my own free will. - Ben buraya kendi özgür irademle geldim.

Railway workers have their own particular terminology. - Demiryolu işçilerinin kendi özel terminolojileri var.

öz
matter

May I talk with you in private about the matter? - Konu hakkında sizinle özel olarak konuşabilir miyim?

Tom spoke to Mary in private about the matter. - Tom konu hakkında Mary ile özel görüştü.

öz
whole

He covered the whole continent in his private jet. - O, özel jetiyle tüm kıtayı katetti.

I spent the whole week alone, and I longed for conversation. - Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.

öz
substance
öz
{s} genuine
öz
{i} epitome
öz
(Denizbilim) code
öz
self-

I lost all my self-confidence. - Tüm özgüvenimi kaybettim.

That car doesn't boost my self-confidence. - O araba benim özgüvenimi artırmaz.

öz
(İnşaat) net

Hackers find new ways of infiltrating private or public networks. - Hackerlar, özel ya da kamuya açık ağlara gizlice girmek için yeni yollar arıyorlar.

öz
mind

Freedom is a state of mind. - Özgürlük aklın bir halidir.

He spoke his mind freely. - O, fikrini özgürce konuştu.

öz
soul

Individual freedom is the soul of democracy. - Bireysel özgürlük, demokrasinin ruhudur.

öz
(Biyokimya) auto

The private colleges and universities of the United States are autonomous. - ABD'nin özel kolejleri ve üniversiteleri özerktir.

If I borrow the money, I feel like I'll lose my autonomy. - Ödünç para alırsam özerkliğimi kaybedeceğim gibi hissediyorum.

öz
essential

A free press is essential for democracy. - Özgür bir basın demokrasi için gereklidir.

öz
(Denizbilim) orijin
öz
substantiality
öz
auto-
öz
juice

I feel amazing thanks to Tom's special orange juice. - Tom'un özel portakal suyu sayesinde harika hissediyorum.

öz
principle

This country is founded upon the principles of freedom, equality and fraternity. - Bu ülke, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri üzerine kurulmuş.

öz
(Gıda) intrinsic
öz
echt
öz
(Biyokimya) bio

Those green suits are special suits for reducing the risk of biological contamination. - Bu yeşil takım elbiseler, biyolojik kirlenme riskini azaltmak için özel takım elbiselerdir.

A good biography is interesting and instructive. - İyi bir özgeçmiş, ilgi çekici ve öğreticidir.

öz
spirit

All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood. - Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.

I have a free spirit. - Özgür ruhlu birisiyim.

öz
kernel
öz
guts
öz
extract

Add the vanilla extract. - Vanilya özütünü ekleyin.

öz
pith
öz
eigen-
öz
guarded
öz
eigen
öz
gist

In reality, the explanation is a bit more complicated than this, but you get the gist. - Açıklama gerçekte bundan biraz daha karmaşık, ama sen özü anladın.

Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it. - Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.

öz
nucleus
öz
crux
öz
essential oil
öz
base

Do you like sports? Yes, I especially like baseball. - Spordan hoşlanır mısın? Evet, özellikle beyzboldan hoşlanırım.

Dachshund sausages first became popular in New York, especially at baseball games. - Dachshund sosisleri ilk olarak New York'ta popüler oldu, özellikle beyzbol oyunlarında.

öz
marrow
öz
{i} content

I want to summarize the content of the presentation and draw a conclusion. - Sunumun içeriğini özetlemek ve bir sonuç çıkarmak istiyorum.

öz
goodness
öz
full

Full religious freedom is assured to all people. - Tam din özgürlüğü tüm insanlar için güvence altına alınmıştır.

Tom's summaries are always full of misprints. - Tom'un özetleri daima yazım hatalarıyla doludur.

öz
entity
öz
(Hukuk) own, substance
öz
distillation
öz
German

Interest in German is growing, particularly in China, India and Brazil. - Almanca'ya ilgi büyüyor, özellikle Çinde, Hindistan'da ve Brezilya'da.

President Wilson accepted Germany's apology. - Başkan Wilson Almanya'nın özrünü kabul etti.

öz
pith and marrow
öz
quintessence
öz
genuine, real
öz
elixir
öz
meat

Hindus don't eat meat, in particular beef, and they are mainly vegetarian in order to respect the animals' lives. - Hindular et, özellikle sığır eti yemezler, onlar hayvanların yaşamlarına saygı duymak için temel olarak vejetaryendirler,

öz
extraction
öz
compendious
öz
inherent
öz
pure, unadulterated, unmixed
öz
distillate
öz
medulla
öz
heartbeat
öz
compact
öz
cream

Tom has a craving for chocolate ice cream. - Tom'un çikolatalı dondurmaya bir özlemi vardı.

öz
brook, stream
öz
noumenon
öz
{i} quiddity
öz
subject
öz
{i} pulp
öz
{i} quick
öz
{i} stuff
öz
safety

Could you explain all the safety features to me once again? - Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?

öz
{i} sum

Please send in your summary by Tuesday. - Lütfen özetinizi salıya kadar gönderin.

If I had to sum up your attitude in one word, it would be arrogance. - Tutumunu tek kelimeyle özetleyecek olsaydım, bu küstahlık olurdu.

öz
{i} substratum
Türkisch - Türkisch

Definition von özünüz im Türkisch Türkisch wörterbuch

Öz
nektar
öz
Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde: "Ortalıktaki krizi sebep gösteriyorlar ama asıl kriz şirketin kendi özünde."- A. Gündüz
öz
çayırlık
öz
Kan bağı ile bağlı, üvey olmayan
öz
İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı
öz
Bir kimsenin benliği, kendi manevî varlığı, iç, nefis, derun
öz
Sulak yer
öz
Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm. Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça
öz
Dere, çay
öz
Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde
öz
Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hülasa
öz
Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hulâsa
öz
Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça
öz
Kendi, zat
öz
Sulak, verimli yer
öz
Küçük dere
öz
Kendi, zat: "Bir od düştü yanar tatlı özüme / Dünya zindan görünüyor gözüme."- Karacaoğlan. "Kendine, kendi kendini" anlamında birleşik kelimeler türetir
öz
Kan bağı ile bağlı, üvey olmayan: "Çocuğun bu yalanı bir anda onu bana bir öz evlat sevgisiyle bağladı."- R. N. Güntekin. İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı
öz
Can alıcı nokta
öz
Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun: "Özünü bir yerde bırakıp sadece kalıbını gezdirmişti."- H. Taner
öz
"Kendine, kendi kendini" anlamında birleşik kelimeler türetir
öz
Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm
öz
Nehirlerin etrafında bulunan eğimli arazi
öz
(Osmanlı Dönemi) lüb
Englisch - Türkisch

Definition von özünüz im Englisch Türkisch wörterbuch

öz
(Felsefe) Değişebilenin altında yatan değişmeyen