çok çok

listen to the pronunciation of çok çok
Türkisch - Englisch
very much

Thanks very much for having me to dinner the other night. - Geçen gece beni akşam yemeğine götürdüğün için çok çok teşekkürler.

at most, at the very most
at (the) most
extra
(deyim) ever so much
dreadfully
so very
pek çok
very much

We didn't talk very much. - Biz pek çok konuşmadık.

çok yönlü
versatile

Tom is a versatile kid. - Tom çok yönlü bir çocuk.

Potatoes are very versatile. - Patatesler çok yönlüdür.

çok
much

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

çok önemli
(Hukuk) crucial

The timing will be crucial. - Zamanlama çok önemli olacak.

It's crucial for my girlfriend to be a hugger. - Kız arkadaşımın kucaklamayı seven biri olması çok önemli.

en çok
most

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Where was I when I needed myself most? - Kendime en çok ihtiyacım olduğunda neredeydim?

çok fazla
too much

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

You must not eat too much ice-cream and spaghetti. - Çok fazla dondurma ve spagetti yememelisin.

çok korkutmak
terrify
az çok
more or less

He understands her problems more or less. - Onun sorunlarını az çok anlıyor.

Do not be shy. Your pronunciation is more or less correct. - Utanma. Telaffuzun az çok doğru.

çok önemli
vital

Your help is vital to the success of our plan. - Senin yardımın planımızın başarısı için çok önemlidir.

She's vital to the mission. - O görev için çok önemlidir.

çok
many

You know many interesting places, don't you? - Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?

There were too many people at the concert. - Konserde çok fazla kişi vardı.

çok
very

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

çok komik
very funny

That comedian is very funny. - O komedyen çok komik.

What you said was very funny. - Söylediğin çok komikti.

çok istemek
crave
çok
fair

I can read Chinese fairly well, but I can't write it very well. - Ben Çince'yi oldukça iyi okuyabilirim ama çok iyi yazamam.

That's not very fair, is it? - Bu çok adil değil, değil mi?

çok
good

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

She's a very good teacher. - O çok iyi bir öğretmendir.

çok çirkin
outrageous

What Tom said was outrageous. - Tom'un söylediği çok çirkindi.

en çok
maximum
çok istenen şey
prize
çok miktar
muckle
çok soğuk
freezing

It's freezing in here. - Burada hava çok soğuk.

It's freezing out here. - Burada dışarısı çok soğuk.

çok yaşa
bless you!
çok
ample
çok
affluent
çok
a lot

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

çok
abundant

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

padişahım çok yaşa
Long live the sultan
çok
plenty

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

There's no need to hurry. We have plenty of time. - Acele etmeye gerek yok. Çok zamanımız var.

az çok
somewhat
az çok
moderately
daha çok
mostly

This substance is mostly composed of hydrogen and oxygen. - Bu madde, daha çok hidrojen ve oksijenden oluşur.

daha çok parlamak
outshine
en çok
chiefly

This book is chiefly concerned with the effects of secondhand smoking. - Bu kitap en çok pasif içiciliğin etkileriyle ilgilenmektedir.

en çok
most, at (the) most
güzel (çok)
beautiful
oldukça çok
a great deal

It would mean a great deal to me. - Bu benim için oldukça çok şey ifade ederdi.

He earns a great deal. - O, oldukça çok kazanır.

pek çok
voluminous
çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
lots of

I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind. - Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

çok
plenteous
çok
helluva
çok
abounding
çok
so much

What happened to make you laugh so much? - Sizi çok güldürecek ne oldu?

I had no idea that Tom knew so much about zebras. - Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.

çok
numerous

The king had numerous illegitimate children with her. - Kralın ondan çok sayıda gayrımeşru çocuğu vardı.

Numerous stars were visible in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız görünüyordu.

çok
piping
çok
countless

Countless stars were twinkling in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu.

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

çok
hearty
çok
dead

Tom didn't know that Mary was already dead. - Tom Mary'nin çoktan öldüğünü bilmiyordu.

I am dead tired from walking around all day. - Bütün gün yürümekten çok yoruldum.

çok az
slightly

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

I'm slightly worried about Tom. - Tom hakkında çok az endişeliyim.

çok büyük sayıda
myriad
çok daha fazla
much more
çok dikkatli
meticulous
çok dil bilen
multilingual
çok etkili şey
blockbuster
çok geçmeden
before long

Spring will be here before long. - Bahar çok geçmeden burada olacak.

The ship from New York will arrive before long. - New York'tan gelen gemi çok geçmeden gelecek.

çok hücreli
multicellular
çok ince kumaş
zephyr
çok istemek
aspire
çok istemek
covet
çok kötü
terrible

I am in a terrible dilemma. - Çok kötü bir ikilemdeyim.

Smoking is terrible for your health. - Sigara içmek sağlığınız için çok kötüdür.

çok kötü
(Gıda) very bad

His behavior, as I remember, was very bad. - Onun davranışı, benim hatırladığım gibi, çok kötüydü.

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O seninle konuşmayı reddedebilir çünkü o çok kötü bir ruh hali içinde.

çok kötü durumda
at a low ebb
çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
çok yönlü
well-rounded

Tom is a well-rounded individual. - Tom çok yönlü bir birey.

Tom is a well-rounded person. - Tom çok yönlü bir kişi.

çok yıllık
perennial
çok zayıf
skinny

Why are you so skinny? - Neden bu kadar çok zayıfsın?

çok çalıştırmak
overwork
çok ısınmak
overheat
daha çok
more

The more you know about him, the more you like him. - Onu tanıdıkça daha çok seversin.

I love you more than him. - Seni ondan daha çok seviyorum.

çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
bloody
çok
lot

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

çok
innumerable
çok
heavy

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

This desk was too heavy for Patty to lift. - Bu masa Patty'nin kaldırması için çok ağırdı.

çok
like hell
çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok giyilmiş
worn
çok güzel kız
peach
çok
big

This park is pretty big; it has a lot of trees and many flowers. - Park oldukça büyüktür; Çok sayıda ağaçları ve çok sayıda çiçekleri vardır.

Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth. - Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı.

çok
hell of
çok
badly

I am very much surprised to hear that he got badly injured in a motorcar accident. - Ben onun bir otomobil kazasında kötü yaralandığını duyunca çok şaşırdım.

You must want this very badly. - Bunu çok fazla istemelisin.

(pek) çok
far
(pek) çok
plenty
-i çok özlemek
hunger for
ahlak açısından çok titiz
squeamish
birden çok
multiple

I prefer learning multiple languages at the same time. - Aynı anda birden çok dil öğrenmeyi tercih ediyorum.

Tom was shot multiple times. - Tom birden çok kez vuruldu.

birden çok
poly-
birden çok
multi

Tom has multiple talents. - Tom'un birden çok yeteneği vardır.

I prefer learning multiple languages at the same time. - Aynı anda birden çok dil öğrenmeyi tercih ediyorum.

birden çok bağlantı
(Bilgisayar) multilink
birden çok dil
(Bilgisayar) multilingual
birden çok kullanıcı
(Bilgisayar) multiple users
birden çok olan
(Ticaret) multiple
birden çok yavru doğurmak
litter
bire çok
(Bilgisayar) one to many
bol (çok)
copious
daha (çok)
more
daha çok
superior
daha çok
any more

I don't like you any more than you like me. - Seni senin beni sevdiğinden daha çok sevmiyorum.

I don't like it any more than you do. - Onu senden daha çok sevmiyorum.

daha çok
mainly

I got together with her mainly because we seemed to share the same feelings about things. - Daha çok şeyler hakkında aynı hisleri paylaşıyor gibi göründüğümüzden onunla anlaşmaya vardım.

During the presentation the speaker talked mainly about gender inequality. - Sunumda konuşmacı daha çok cinsiyet eşitsizliğinden bahsetti.

daha çok
further

Apply to the office for further details. - Daha çok bilgi için ofise başvurun.

His new job further separates him from his family. - Onun yeni işi onu ailesinden daha çok ayırıyor.

daha çok
better

I like coffee better than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

I like English better. - İngilizceyi daha çok severim.

daha çok
more of a

Tom is more of a singer than a guitarist. - Tom bir gitaristten daha çok birşarkıcıdır.

devasa ve çok çirkin
monstrous
devasa ve çok çirkin şey
monstrosity
hayat çok kısa
life is too short
kendinden çok emin
self-assertive
kendine çok güvenen
self-assertive
mümkün olduğu kadar çok
as much as possible
nazik ve çok anlayışlı
tactful
pek çok
plenty

I know that plenty of guys want to go out with you. - Pek çok çocuğun seninle dışarı çıkmak istediğini biliyorum.

We consulted plenty of people. - Pek çok insana danıştık.

pek çok
a raft of
pek çok
no end
pek çok
plenty of

As a new father, I gave my first child plenty of books. - Yeni bir baba olarak, ben ilk çocuğuma pek çok kitap verdim.

We consulted plenty of people. - Pek çok insana danıştık.

pek çok
most

Most snakes on this island are harmless. - Bu adadaki pek çok yılan zararsızdır.

What do most young Italian girls spend their time doing? - Pek çok genç İtalyan kızı zamanlarını ne yaparak geçiriyor?

pek çok
greatly
pek çok
a areal quantity of
pek çok
copious
pek çok
a good number of
pek çok
enormously
pek çok
a great deal of

I have a great deal of work to do. - Yapacak pek çok işim var.

pek çok
a good deal
pek çok
countless

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

Countless lives have been lost. - Pek çok hayat kayboldu.

pek çok
(Konuşma Dili) a whole lot of

This doesn't make a whole lot of sense. - Bu pek çok anlam ifade etmiyor.

Tom doesn't have a whole lot of time. - Tom'un pek çok zamanı yoktu.

pek çok
multitudinous
pek çok
too much

Lots of children in industrialised countries are too fat because they eat too much candy. - Endüstrileşmiş ülkelerdeki pek çok çocuk çok fazla şeker yemesi nedeniyle çok şişman.

pek çok
highly
pek çok
a world of
pek çok
galore
pek çok
a whole of
pek çok
a spate of
pek çok
far
pek çok
vast
pek çok
numerous
pek çok
deluge
pek çok defa
quite a bit
pek çok defa
quite a lot
pek çok işe yarayan
all-purpose
pek çok ve çeşitli
manifold
pek çok yeteneği olan
all-around
seni çok seviyorum
i love you so much
seni çok seviyorum
i love you very much
seni çok özledim
i miss you so much
seni çok özledim
i miss you very much
yeteri kadar çok
substantially
yıldızı çok olan
starry
çok
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla ağrıyor.

çok
eminently
çok
teem
çok
high

The price of this car is very high. - Bu arabanın fiyatı çok yüksek.

The price of this camera is very high. - Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.

çok
whaling
çok
horrible

This medicine tastes horrible. - Bu ilaç çok kötü tadıyor.

I hate Sunday! It's a horrible day! - Pazar gününden nefret ediyorum! Çok kötü bir gün!

çok
extreme

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

We rejected Tom's suggestion as too extreme. - Biz Tom'un önerisini çok aşırı olarak reddettik.

çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
(Argo) heaps
çok
substantially
çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
a great number of

There are a great number of schools in this city. - Bu şehirde çok sayıda okul vardır.

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

çok
exceedingly
çok
uncommonly
çok
a great many

There are a great many forest fires in America. - Amerika'da pek çok orman yangını var.

Tom has collected a great many butterflies. - Tom pek çok kelebek topladı.

çok
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

The pain you go through because of love is by far sweeter than any other pleasure. - Aşktan dolayı katlandığın acı herhangi bir zevkten çok daha tatlıdır.

çok
(Denizbilim) multy
çok
so
çok
bounteous
çok
sore

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

çok
multiple

The test was multiple choice. - Test çoktan seçmeliydi.

Tom gave Mary some advice on how to pass multiple-choice tests. - Tom Mary'ye çoktan seçmeli testleri nasıl geçeği konusunda biraz tavsiye verdi.

çok
round

Mary adores her baby's cute, round face. - Mary bebeğinin sevimli, yuvarlak yüzünü çok seviyor.

Their garden is full of very beautiful flowers all the year round. - Onların bahçesi tüm yıl boyunca çok güzel çiçeklerle dolu.

çok
profoundly
çok
a raft of
çok
jelly

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

çok
manifold
çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

It won't be long before he returns home. - O çok geçmeden eve döner.

çok
numerously
çok
a good deal

She spent a good deal of money on her vacation. - O, tatiline çok para harcadı.

It snowed a good deal last night. - Dün gece çok kar yağdı.

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
far

He went so far as to call me a liar. - O, bana bir yalan söyleyecek kadar çok ileri gitti.

Jane's farewell speech made us very sad. - Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.

çok
extremely

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

çok
several

The multinational corporation lowered the price of several products. - Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.

Mary has received several prizes for her poetry. - Mary şiiri için çok sayıda ödül aldı.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
hard

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

Praise stimulates students to work hard. - Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.

çok
infinitely

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
most

There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends. - Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.

Football is the most known sport in the world. - Futbol, dünyada en çok bilinen spordur.

çok
unduly
çok
right

Tom doesn't feel much like talking right now. - Tom'un şu anda konuşmayı canı çok istemiyor.

Tom has as much right to be here as Mary does. - Tom'un Mary'nin olduğu kadar çok burada olma hakkı var.

çok
per-
çok
along with a lot
çok
thick on the ground
çok
multi-

The fountain is lit with multi-colored lights. - Çeşme çok renkli ışıklarla aydınlatılıyor.

The multi-talented kid speaks 5 languages and plays 6 musical instruments. - Çok yetenekli çocuk 5 dil konuşuyor ve 6 müzik aleti çalıyor.

çok dar (giysi)
skintight
çok derin deniz
abyssal
çok düzenli
precisely
çok düzenli
smoothly
çok düzenli
like clockwork
çok düzenli bir şekilde
in apple-pie order
çok geç
at all hours
çok geç
too late

The British acted too late. - İngilizler çok geç davrandı.

The order came too late. - Sipariş çok geç geldi.

çok geç olmadan
before it's too late
çok güvenilir
as good as gold
çok güvenmek
swear by
çok güzel
admirable
çok güzel
very good

Very good! You did an excellent job. - Çok güzel!Çok başarılı bir iş çıkardın.

The dinner was very good. - Akşam yemeği çok güzeldi.

çok güzel
terrific
çok güzel
spiffy
çok güzel
very beautiful

Do you think that brown hair is very beautiful? - Kahverengi saçın çok güzel olduğunu düşünüyor musun?

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

çok güzel
adorable

Aren't they adorable? - Onlar çok güzel değil mi?

The way Tom looked at me was so adorable, I just couldn't say no. - Tom'un bana bakış tarzı çok güzeldi, ben sadece hayır diyemedim.

çok güzel
super
çok güzel
(Argo) going off
Türkisch - Türkisch
En çok, en son, olsa olsa
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Englisch - Türkisch

Definition von çok çok im Englisch Türkisch wörterbuch

çok programlı lise
Multi-programme high school
çok çok
Favoriten