He tried solving the problem.
- Problemi çözmeyi denedi.
Try solving the problem.
- Problemi çözmeye çalış.
It was a problem difficult to solve.
- Çözmesi zor bir problemdi.
It was a difficult problem to solve.
- Çözmesi zor bir problemdi.
The solution of the puzzle required no time.
- Bu bulmacayı çözmek zaman gerektirmedi.
Tom had trouble resolving the situation.
- Tom'un durumu çözmede sorunu vardı.
I don't have a decryption program.
- Bir şifre çözme programım yok.
I had difficulty working out the problem.
- Sorunu çözmede zorluk çektim.
Dick tried to solve the problem, in vain.
- Dick o problemi çözmek için boşuna çalıştı.
He tried to solve the problem, but had no luck.
- O, sorunu çözmek için çalıştı, ama şansı yoktu.
It's a truly difficult problem to resolve.
- Bu çözmek için hakikaten zor bir problem.
It is impossible to resolve the conflict.
- Bu çatışmayı çözmek imkansız.
Tom started to untie his shoes.
- Tom ayakkabılarını çözmeye başladı.
Tom took off his jacket and untied his bow tie.
- Tom ceketini çıkardı ve papyonunu çözdü.
It's almost impossible to work out this problem.
- Bu sorunu çözmek hemen hemen imkânsız.
The workers united to solve the problem.
- İşçiler sorunu çözmek için birleştiler.
I'm working with the police to solve his murder.
- Onun cinayetini çözmek için polis ile birlikte çalışıyorum.
What do you think is the best way to settle this conflict?
- Bu anlaşmazlığı çözmek için en iyi yolun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
What do you think is the best way to settle this conflict?
- Sizce bu anlaşmazlığı çözmek için en iyi yol nedir?
It's a truly difficult problem to resolve.
- Bu çözmek için hakikaten zor bir problem.
It is impossible to resolve the conflict.
- Bu çatışmayı çözmek imkansız.
It's not going to be easy to decode.
- Şifreyi çözmek kolay olmayacak.
The office staff worked quickly and efficiently to resolve the problem.
- Ofis çalışanları problemi çözmek için hızlı ve etkili çalıştılar.
I hope that you are able to resolve the situation soon.
- Yakında durumu çözebileceğini umuyorum.
I don't have a decryption program.
- Bir şifre çözme programım yok.
Hold on a minute. My shoelaces are untied.
- Bir dakika bekle. Ayakkabı bağlarım çözülmüş.
Tom took off his jacket and untied his bow tie.
- Tom ceketini çıkardı ve papyonunu çözdü.
I am going to work out the problem by myself.
- Problemi tek başıma çözeceğim.
It took me half an hour to work out this problem.
- Bu problemi çözmem yarım saatimi aldı.
He solved the problem in five minutes that I had struggled with for two hours.
- Benim iki saat uğraştığım problemi beş dakikada çözdü.
This is how I solved the problem.
- Bu benim problemi nasıl çözdüğümdür.
Try solving the problem.
- Problemi çözmeye çalış.
I have my own way of solving it.
- Onu çözmek için kendi tarzım var.
Allen was given a problem that was impossible to solve.
- Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.
This is too hard a problem for me to solve.
- Bu benim çözemeyeceğim kadar çok zor bir problem.
Today, we are going to unravel the mystery of the English subjunctive.
- Bugün, İngilizce dilek kipinin gizemini çözeceğiz.
As the story advances, the mystery unravels.
- Hikaye ilerledikçe gizem çözülür.
Sugar dissolves in warm coffee.
- Şeker sıcak kahvede çözünür.
Oxygen from the air dissolves in water.
- Havadan gelen oksijen suda çözülür.
Investigators are trying to decipher what happened.
- Müfettişler ne olduğunu çözmeye çalışıyor.
It's not going to be easy to decode.
- Şifreyi çözmek kolay olmayacak.
We have to figure out what happened to Tom.
- Tom'a ne olduğunu çözmek zorundayız.
We have to figure out where Tom hid his money.
- Tom'un parasını nereye sakladığını çözmek zorundayız.