We've got three major problems that need to be solved.
- Çözülmesi gereken başlıca üç sorunumuz var.
This problem still needs to be solved.
- Bu sorunun hala çözülmesi gerekiyor.
Your shoes are untied.
- Ayakkabıların çözülmüş.
I can't untie this knot.
- Bu düğümü çözemiyorum.
I hope that you are able to resolve the situation soon.
- Yakında durumu çözebileceğini umuyorum.
They haven't yet resolved their problems, but at least they're discussing them.
- Onlar sorunlarını henüz çözemediler ama en azından onları ele alıyorlar.
I don't have a decryption program.
- Bir şifre çözme programım yok.
Tom's shoelaces are untied.
- Tom'un ayakkabı bağcıkları çözük.
Tom held the knife between his teeth as he untied the knot.
- Tom düğümü çözerken bıçağı dişlerinin arasında tuttu.
I'm trying to work out this problem.
- Bu sorunu çözmeye çalışıyorum.
I'm going to work out the problem by myself.
- Problemi kendi başıma çözeceğim.
These problems will be solved in the near future.
- Bu problemler yakın gelecekte çözülmüş olacak.
The student has already solved all the problems.
- Öğrenci tüm problemleri daha önce çözdü.
He tried solving the problem.
- Problemi çözmeyi denedi.
He succeeded in solving the problem.
- O, sorunu çözmeyi başardı.
Allen was given a problem that was impossible to solve.
- Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.
This is too hard a problem for me to solve.
- Bu benim çözemeyeceğim kadar çok zor bir problem.
Today, we are going to unravel the mystery of the English subjunctive.
- Bugün, İngilizce dilek kipinin gizemini çözeceğiz.
As the story advances, the mystery unravels.
- Hikaye ilerledikçe gizem çözülür.
Oxygen from the air dissolves in water.
- Havadan gelen oksijen suda çözülür.
Sugar dissolves in warm coffee.
- Şeker sıcak kahvede çözünür.
Investigators are trying to decipher what happened.
- Müfettişler ne olduğunu çözmeye çalışıyor.
It's not going to be easy to decode.
- Şifreyi çözmek kolay olmayacak.