(spatial user's guide and reference; search in this book)

listen to the pronunciation of (spatial user's guide and reference; search in this book)
Englisch - Türkisch

Definition von (spatial user's guide and reference; search in this book) im Englisch Türkisch wörterbuch

boundary
sınır

Bu nehir, iki il arasındaki sınırı oluşturur. - This river forms the boundary between the two prefectures.

Bizim ve komşunun avlusu arasındaki sınırı işaretlemek için bir çit vardır. - There is a fence marking the boundary between our yard and the neighbor's.

boundary
{i} hudut
boundary
{i} limit
boundary
(Denizbilim) son
boundary
(Kimya) çeper
boundary
(Askeri) ara hattı
equal
aynı düzeyde olmak
equal
akran
equal
{f} eşit ol

Pastayı eşit olarak paylaşmak zorundasın. - You have to share the cake equally.

Servet mirasçılar arasında eşit olarak bölündü. - The property was divided equally among the heirs.

equal
{f} yetişmek
boundary
(Askeri) SINIR, HUDUT, ARA HATTI: Taarruz ve savunma bölgeleriyle taktik ve idari bölgelerin derinlik ve genişlikleri sınırlandırmakta kullanılır
boundary
(Askeri) (DE FACTO) SINIR (FİİLİ): Mevcudiyeti ve meşruiyeti tanınmayan ancak ayrı ulusal ve bölgesel yönetim makamları arasında pratik bir bölünme sağlayan bir uluslararası veya idari sınır
boundary
{i} had
boundary
(Askeri) (DE JURE) SINIR (MEŞRU): Mevcudiyeti ve meşruiyeti tanınmış bir uluslararası veya idari sınır
equal
{s} aynı

Kanun herkes için aynıdır. - The law is equal for all.

Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular. - They made equally tough demands.

equal
{s} dengeli
equal
{s} başabaş
equal
{f} bir olmak
equal
{i} emsal
Englisch - Englisch
geodetic datum
geometry
hole
high-water mark
boundary
tessellation
inside
equal
geocoding
homogeneous