We didn't talk very much.
- Biz pek çok konuşmadık.
Tom doesn't have a whole lot of time.
- Tom'un pek çok zamanı yoktu.
This doesn't make a whole lot of sense.
- Bu pek çok anlam ifade etmiyor.
There's plenty of stuff left.
- Kalan pek çok şey var.
I know that plenty of guys want to go out with you.
- Pek çok çocuğun seninle dışarı çıkmak istediğini biliyorum.
I know that plenty of guys want to go out with you.
- Pek çok çocuğun seninle dışarı çıkmak istediğini biliyorum.
Don't make the same mistake twice. There are plenty of other options.
- Aynı hatayı iki kez yapma. Pek çok başka seçenek var.
What do most young Italian girls spend their time doing?
- Pek çok genç İtalyan kızı zamanlarını ne yaparak geçiriyor?
If you look from afar, most things will look nice.
- Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.
I have a great deal of work to do.
- Yapacak pek çok işim var.
Countless lives have been lost.
- Pek çok hayat kayboldu.
I've been to Boston countless times.
- Pek çok kez Boston'a gittim.
Lots of children in industrialised countries are too fat because they eat too much candy.
- Endüstrileşmiş ülkelerdeki pek çok çocuk çok fazla şeker yemesi nedeniyle çok şişman.
I have a great deal of work to do.
- Yapacak pek çok işim var.
I care a great deal for you.
- Ben senin için pek çok dikkat ederim.
There are a great many people in the park.
- Parkta pek çok sayıda insan var.
It has a great many words borrowed from foreign languages.
- Yabancı dillerden ödünç alınmış pek çok kelimeye sahip.