Bildiğiniz gibi, hayat bir yolculukla kıyaslanabilir.
- As you know, life is comparable to a voyage.
Amerikalı yaşlı vatandaşların nispeten hali vakti yerinde.
- American senior citizens are comparatively well-off.
Hayat çoğu zaman bir dağa tırmanmakla karşılaştırılmıştır.
- Life has often been compared to climbing a mountain.
New York'un Fifth Avenue'su Ginza ile karşılaştırılabilir.
- New York's Fifth Avenue is comparable to Ginza.
Cevabını Tom'unkiyle karşılaştır.
- Compare your answer with Tom's.
Başarıların benimki ile karşılaştırılamaz.
- Your achievements cannot be compared with mine.
Düşünmek kıyaslamaktır.
- To think means to compare.
Karşılaştırma yapmak gerçekten zor.
- It's really tough to compare.
Başarıların benimki ile karşılaştırılamaz.
- Your achievements cannot be compared with mine.
New York ile karşılaştırıldığında, Tokyo çok daha güvenli bir yerdir.
- Compared to New York, Tokyo is a much safer place.
Sen tebeşir ve peyniri karşılaştırıyorsun!
- You're comparing chalk and cheese!
Tom'u Mary ile karşılaştırmıyorum.
- I'm not comparing Tom to Mary.
Başarıların benimki ile karşılaştırılamaz.
- Your achievements cannot be compared with mine.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Benim uzmanlık alanım karşılaştırmalı dindir.
- My major is comparative religion.
Düşünmek kıyaslamaktır.
- To think means to compare.
Çocuklarını başkalarıyla kıyaslama.
- Don't compare your children with others.
You can't say that robbing a bank is like pickpocketing. The two are just not comparable.
Big is a comparable adjective, since it can take the forms bigger and biggest; but unique is not comparable, except in disputed, but common, usage.
And need he had of slumber yet, for none / Had suffered more—his hardships were comparative / To those related in my grand-dad's Narrative.
We compare good as good, better, best.
A sapling and a fully-grown oak tree do not compare.
Astronomers have compared comets to dirty snowballs.
You can't compare my problems and yours.