You ought to have the courage to speak out what you believe to be right.
- Neyin doğru olduğuna inandığını açıkça söyleme cesaretine sahip olmalısın.
He is not entirely without courage.
- O, tamamen cesaretsiz değil.
Because of his bravery, I had confidence in him.
- Cesaretinden dolayı ona güvenim vardı.
Tom admired Mary for her bravery.
- Tom onun cesareti için Mary'ye hayran.
Don't lose heart, Tom.
- Cesaretini kaybetme, Tom.
Don't lose heart now.
- Şimdi cesaretini kaybetme.
She had the nerve to speak out.
- Onu söyleyecek cesareti vardı.
Ken didn't have the nerve to try it again.
- Ken'in onu tekrar denemek için cesareti yoktu.
It was pretty ballsy of you to stand up to the boss like that.
- Patrona o şekilde karşı çıkman bayağı büyük cesaretti.
Tom dares not tell Mrs. White the truth.
- Tom, Bayan White'a gerçeği söylemeye cesaret edemedi.
She doesn't dare leave the room for fear she should catch cold.
- O, soğuk algınlığına yakalanma korkusuyla odadan ayrılmaya cesaret edemiyor.
He doesn't have the guts to say no to my plan.
- Planıma hayır diyecek cesareti yok.
Only Tom would have the guts to do that kind of thing.
- O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı.
He had the boldness to ignore the teacher's advice.
- Onun öğretmenin tavsiyesini görmezden gelme cesareti vardı.
Even though I plucked up courage to invite Mary to a film, she stood me up.
- Mary'yi bir filme davet etmek için cesaretimi toplasam bile, o beni sattı.
I plucked up the courage and confessed that it was all my fault.
- Ben cesaretimi topladım ve hepsinin benim hatam olduğunu itiraf ettim.
You'll never break my spirit.
- Asla cesaretimi kırmayacaksın.
The defeat didn't dampen his spirits.
- Yenilgi, onun cesaretini kırmadı.