case teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- kasa
Partimiz için on kasadan daha fazla biraya ihtiyacımız var.
- We need more than ten cases of beer for our party.
Bir kasa bira almaya git.
- Go buy a case of beer.
- kutu
Tom CD'yi kutusundan çıkardı ve onu çalara taktı.
- Tom took the CD from its case and inserted it in the player.
Tom CD'yi kutusundan çıkardı ve onu çalara taktı.
- Tom took the CD out of its case and put it into the player.
- (Hukuk) vaka
Tom'un vaka yöneticisiyim.
- I'm Tom's case manager.
Polisler cinayet vakasını soruşturuyor.
- The police are looking into the murder case.
- durum
Her durumda, bu seni ilgilendirmez.
- In any case, it's none of your business.
Bu kuralın geçerli olmadığı bazı durumlar vardır.
- There are some cases where this rule does not apply.
- kılıf
Dan, Linda'yı yastık kılıfıyla boğdu.
- Dan strangled Linda with a pillow case.
Tom gitar kılıfını açtı ve gitarını çıkardı.
- Tom opened his guitar case and took out his guitar.
- {i} dava
O, cinayet davası ilgili gerçeği ortaya çıkardı.
- He brought out the truth of the murder case.
Bu dava ile ilgili gerçekten bilgim yok.
- I am really in the dark on this case.
- (fiil) gözetlemek, dikizlemek, kutulamak, yerine koymak (kasa, kilif vb.), kaplamak, ciltlemek, örtmek
- {i} sorun
Bu durumda, bir sorunumuz var.
- In that case, we've got a problem...
Sorun olursa, lütfen beni arayın.
- In case of trouble, please call me.
- {i} hukuksal olay
- {i} husus
- {i} olay
Sosyal hizmetleri aramak zorunda kaldık. Bu apaçık bir çocuk ihmali olayıydı.
- We had to call in social services. This was obviously a case of child neglect.
O, on olayın dokuzunda hatalıdır.
- She is wrong in nine cases out of ten.
- vaziyet
- bk. Computer Aided Software Engineering
- ismin hallerinden biri
- (İnşaat) (final drive) cer kapağı
- argo iskandil etmek
- (Tıp) Hastalık hali, vak'a
- sosyolojik veya psikiyatrik in
- (Askeri) (DOD, IADB) VAKA (AMERİKA SAVUNMA BAKANLIĞI; AMERİKAN SAVUNMA KURULU): 1. Kendi bütünlüğü içinde bir istihbarat harekatı. 2. Kişilerin, hareket tarzının ve amaçların dahil edildiği bir istihbarat harekatı gelişmesinin kaydı
- case ending hal takısı
- case history tıbbi
- (letter) harfin büyük mü küçük mü olduğu
- dili garip bir kimse
- çanta
Makyaj çantamı bulamıyorum.
- I can't find my vanity case.
Tom bir spor çantası ve bir gitar çantası taşıyordu.
- Tom was carrying a duffel bag and a guitar case.
- hal
Yağmur yağması halinde, gitmem.
- In case it rains, I won't go.
O halde, ben sizin bugün gelmeniz gerektiğini düşünüyorum.
- In that case, I think you should come in today.
- (Bilgisayar) büyük/küçük harf
- sandık
- {i} vaka: a murder case
- kutulamak
- {i} kutu, mahfaza: violin case keman kutusu. camera case fotoğraf makinesi mahfazası
- {i} kap
Yangın durumunda flütümü kaparım ve kaçarım.
- In case of fire, I would grab my flute and escape.
Buraya gelmeden önce buraya gelme ihtimaline karşı, yanımdaki kapı komşuma bir anahtar bırakacağım.
- I'll leave a key with my next-door neighbour in case you get here before I do.
- {i} kın
- {f} örtmek
- {i} kanıt
Polis davayla ilgili yeni kanıtlar ortaya çıkarmıştır.
- The police have uncovered new evidence related to the case.
- {i} kovan
Polis cesedin yanında bir mermi kovanı buldu.
- The police found a cartridge case next to the body.
- {i} tuhaf tip
- {i} delil
Deliller olayın tam tersi olduğuna işaret ediyor.
- The evidence suggests the opposite is the case.
- {i} hasta: I had five cases of syphilis this morning. Bu sabah beş frengili hastaya baktım
- {f} ciltlemek
- {f} kaplamak
- {i} hasta
Hastalanırsan bu ilacı al.
- Take this medicine in case you get sick.
Bir hasta geç dönem kürtaj yapılabilir mi?
- Can a case be made for late-term abortions?
- {f} yerine koymak kasa
- {f} kilif vb
- {i} görüş
Onların durumunda, bu ilk görüşte aşktı.
- In their case, it was love at first sight.
Sami, Leyla ile bir konuyu görüşmek istiyordu.
- Sami wanted to discuss a case with Layla.
- {f} gözetlemek
- {f} dikizlemek
- {i} neden
Bu nedenle, onun söyleyecek çok az şeyi vardı.
- That being the case, he had little to say.
- (Ticaret) ambalaj sandığı
- ambalaj
Bu ambalajdaki yumurtalar diğer ambalajdakilerden daha tazedir.
- The eggs in this case are fresher than those in the other case.
- {i} çerçeve
- şık
- {i} valiz
Ona, bu valizi üst kata taşıtacağım.
- I'll get him to carry this case upstairs.
- (Avrupa Birliği) durum, vaziyet, hal; mesele, vaka, hadise
- {i} mahfaza
- gömlek
- (Bilgisayar) bilgisayar kasası
- muhafaza
- zarf
- olgusu
- harf kasası
- (Tıp) olgu
- kutu içine koymak
- matbaa tezgahı
- ad durumu
- (Askeri) gömlek (mech.)
- (Avcılık) mermi
Polis cesedin yanında bir mermi kovanı buldu.
- The police found a cartridge case next to the body.
- yerine koymak
- (Hukuk) hadise / olay
- davai
- karton kutu
- in any case
- her hâlükârda
Her halükarda çok geç.
- In any case, it's too late.
Her halükarda, gideceğiz.
- In any case, we'll go.
- case study
- olay incelemesi
- case sensitive
- Büyük Küçük Harfe Duyarlı
- case file
- (Kanun) dava dosyası
- case history
- (Tıp) hastanın geçmişi
- case history
- (Pisikoloji, Ruhbilim) vaka tarihçesi
- case study
- örnekolay incelemesi
- case study
- örnek’-olay incelemesi
- case study
- vaka incelemesi
- case study
- vaka çalışması
- case study
- (Bilgisayar) örnek-olay incelemesi
- case depth
- doku kalınlığı
- case ending
- ad durumunu belirten ek
- case ending
- takı
- case ending
- isim çekim eki
- case grammar
- durum dilbilgisi
- case hardened roll
- dış yüzeyi sertleştirilmiş hadde
- case hardened steel
- dış yüzeyi sertleştirilmiş çelik
- case hardening
- doku sertleştirimi
- case hardening furnace
- doku sertleştirme fırını
- case hardening steel
- doku sertleştirme çeliği
- case hardness
- doku sertliği
- case hardness testing
- doku sertliği denemesi
- case in point
- konuşma konusu olan mesele
- case knife
- kını içinde taşınan bıçak
- case law
- davalarda hukuk usulü
- case lawyer
- dava vekili
- case lawyer
- avukat
- case microstructure
- doku iç yapısı
- case of defamation
- hakaret davası
- case rack
- hurufat kasası
- case shot
- şarapnel mermisi
- case shot
- şarapnel
- case study
- örnekolay
- case study
- örnek olay incelemesi
- case study
- Örnek Olay İncelemesi
- case 1
- Olgu 1
- case 2
- Olgu 2
- case 3
- durumda 3
- case agent
- (İdari Yönetim) adlı bir soruşturmayı yürütmekle görevli soruşturmacı polis, adlı kolluk görevlisi
- case book
- durumda kitap
- case dismissed
- davayı düşürmüştü
- case hardening
- (Mühendislik) doku sertleştirme, sementasyon
- case law
- içtihat hukuku
- case law
- kazaî içtihat
- case manager
- Belirli bir vakanın takibini ve idaresini üstenmiş kişi
- case manager
- vaka yöneticisi
- case mix
- vakaya göre yaklaşım
- case of need
- (Kanun) Gerekli hallerde (vesaik bedelinin ödenmemesi/poliçeye kabul şerhi konulmaması vs) tahsil bankasına talimat vermeye yetkili, ihracatçının ismini poliçe üzerinde açıkça belirtmiş olduğu taraf
- case officer
- durumunda memur
- case proven
- davanın ispatlanmış olması
- case report
- (Tıp, İlaç) Olgu sunumu
- case work
- vaka çalışması
- case-control
- vaka-control
Epidemiology studies including three case-control studies for increased risk of cancers of the large bowel, bladder, kidneys, renal cell, or breast and one prospective study for colorectal cancers had been done by Mucci et al., 2006.
- case conversion
- BÜYÜK/küçük harf dönüşümü
- case ending
- dilb. takı
- case ending
- hal takısı [dilb.]
- case fatality rate
- (Askeri) VAKA ÖLÜM ORANI: Bir hastalık veya arızalardan meydana gelen ölüm miktarının, belirli bir hastalık veya arıza vakaları toplam miktarına nispetle, yüzde olarak ifade edilen oran
- case hardened
- yüzeyden sertleştirilmiş (çelik)
- case hardening
- hissizleştirme
- case hardening
- katılaştırma
- case history
- geçmiş
- case history
- tipik örnek
- case history
- evveliyat
- case history
- geçmiş ile ilgili bilgiler [tıp.]
- case i pointing
- (Askeri) 1 NCİ NİŞAN USULÜ: Bir nişan tertibatı vasıtasıyle, istikamet ve yükselişi hedefe yönelterek nişan alma
- case ii pointing
- (Askeri) 2 NCİ NİŞAN USULÜ: İstikameti, hedefe yöneltilmiş bir nişan tertibatı ile; yükselişi de yükseliş veya mesafe kadranına bağlamak suretiyle nişan alma
- case iii pointing
- (Askeri) 3 NCÜ NİŞAN USULÜ: 3 ncü nişan tertibatı vasıtasıyle, istikamet ve yükselişi hedefe yönelterek nişan alma
- case in abstentia
- (Kanun) gıyabında duruşma
- case in point
- (deyim) söz konusu olan soruna örnek
- case law
- geçmişteki hükümlere dayanan hukuk
- case of infringement
- (Avrupa Birliği) ihlal durumu
- case of instrument
- (Tekstil) alet kutusu ( alet sandığı )
- case of letters
- harfin büyük mü küçük mü olduğu
- case parties
- siyasal bir anlaşmazlıkta rakip olan taraflar
- case sensitive
- büyük/küçük harfe duyarlı
- case study
- örnek olay incelemesi,örnek vaka
- case study
- örnek olay
- case study
- Durum Çalışması
- case study method
- (Askeri) VAKA ETÜDÜ YÖNTEMİ
- case the joint
- gözetlemek
- case the joint
- dikizlemek
- cartridge case
- fişek kovanı
- cartridge case
- (Askeri) hartuç sandığı
- carburized case
- karbonlanmış doku
- cartridge case
- fişek kutusu
- cartridge case
- kovan
- camel case
- (Dilbilim) Birleşik kelimeleri kendini oluşturan her bir kelimenin baş harflerini büyük olarak yazarak ifade etme uygulaması. Devenin iki hörgücüne benzetme yapılmıştır
- cancelled case
- (Askeri) İPTAL EDİLMİŞ MUKAVELE
- cartridge case
- (mermi için) kovan
- cartridge case
- (Askeri) KOVAN: İçinde kapsül ve sevk barutu bulunan madeni kap. Buna mermi tespit edilir
- casing
- koruyucu kaplama
- casing
- (İnşaat,Otomotiv) gömlek
- case by case
- (Politika, Siyaset) duruma göre
- case study
- (Dilbilim) olgu çalışması
- cases
- davalar
Avukatlar davaları kazandıklarında çok miktarda dolar kazanırlar.
- Lawyers make mega bucks when they win cases.
- casing
- zarf
- casing
- kasa
- the case
- öyle ise In that case, .../If that's
- casing
- {i} kasa (kapı veya pencere)
- cased
- kasalı
- cases
- (Askeri) vukuat
- cases
- durumlar
Bu kuralın geçerli olmadığı bazı durumlar vardır.
- There are some cases where this rule does not apply.
Bu yasa tüm durumlarda uygulanabilir.
- This law is applicable to all cases.
- cases
- olgunun
- cases
- kılıfları
- cases
- vakası
- casing
- (Avcılık) fişek
- casing
- gövde
- casing
- (Otomotiv) karkas
- casing
- {i} dış lastik
- casing
- {i} bumbar
- casing
- otomobilin dış lastigi
- casing
- (Jeoloji) çevirme
- casing
- araştır/kutula
- casing
- karter
- casing
- kasa kapı veya pencere
- casing
- petrol ve gaz kuyularında kullanılan demir boru
- casing
- giydirme
- casing
- (Jeoloji) kutu içine alma
- casing
- piston eteği
- casing
- kaplama
- casing
- (Tekstil) lastik kılıfı
- casing
- (Kitap) kapak geçirme
- casing
- mermi kovanı
- casing
- (Otomotiv) yuva
- casing
- {i} kılıf
Sami'nin katili, kabuk kılıflarını temizledi.
- Sami's killer cleaned up the shell casings.
- casing
- {i} çerçeve
- casing
- {i} muhafaza