Biz mutlu bir birlikteliği yürütme kapasitesi ile doğmadık.
- We aren't born with the capacity to carry out a happy coexistence.
Bu fabrikanın üretim kapasitesi haftada 250 araçtır.
- This factory's productive capacity is 250 cars a week.
Bay Brown büyükelçi sıfatıyla hareket ediyordu.
- Mr Brown was acting in the capacity of ambassador.
Salon tam kapasite doluydu.
- The hall was filled to capacity.
Otobüs tam kapasite doluydu.
- The bus was filled to capacity.
İmtihanı geçebilmesi lazım, zira kabiliyeti var.
- He must be able to pass the exam since he has the capacity.
Bir ülkenin ekonomik gücü sadece üretme kabiliyetinde değil aynı zamanda tüketme yeteneğinde de bulunur.
- The economic strength of a country lies not alone in its ability to produce, but also in its capacity to consume.
Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
- The cells have the capacity to convert food into energy.
... is, in a complementary sense, improve the governance and development capacity that can ...
... the capacity of our foreign partners america must move of ...