butünüyle

listen to the pronunciation of butünüyle
Türkçe - İngilizce

butünüyle teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

bütünüyle
totally

That's totally unfair. - O bütünüyle adil değil.

I'm totally not exaggerating. - Bütünüyle abartmıyorum.

bütünüyle
entirely

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

bütünüyle
quite

What Tom says is quite true. - Tom'un söylediği bütünüyle doğru.

What Tom says isn't quite true. - Tom'un söylediği bütünüyle doğru değil.

bütünüyle
flat
bütünüyle
in large
bütünüyle
at large
bütünüyle
clear
bütünüyle
fully
bütünüyle
completely

I completely approve of this. - Ben bunu bütünüyle onaylıyorum.

I'm completely serious. - Ben bütünüyle ciddiyim.

bütünüyle
all

How could you leave a four-year-old child all alone? - Sen bir dört yaşında çocuğu bütünüyle yalnız nasıl bırakabildin?

It all seems so strange. - O, bütünüyle tuhaf görünür.

bütünüyle
up to the hilt
bütünüyle
bang
bütünüyle
all, entirely, completely, fully, clean, clear
bütünüyle
hollow
bütünüyle
en bloc
bütünüyle
at full length
bütünüyle
in depth
bütünüyle
bodily
bütünüyle
purely
bütünüyle
(Konuşma Dili) from head to toe
bütünüyle
wholly
bütünüyle
(Ticaret) in toto
bütünüyle
utterly
bütünüyle
(Konuşma Dili) from head to foot
bütünüyle
altogether
bütünüyle
in its totality
bütünüyle
sheer
bütünüyle
outright
bütünüyle
out

You totally freaked her out. - Sen bütünüyle onu dehşete düşürdün.

You totally freaked them out. - Sen bütünüyle onları dehşete düşürdün.

bütünüyle
clean
bütünüyle
intoto
bütünüyle
gross
bütün
entire

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

Working together, they cleaned the entire house in no time. - Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.

bütün
all

Money is the root of all evil. - Para bütün kötülüğün köküdür.

All the flowers in the garden are yellow. - Bahçedeki bütün çiçekler sarı.

bütün
whole

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

I spent the whole afternoon chatting with friends. - Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.

bütün
{s} complete

Tom worked all day and was completely worn out. - Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.

Having worked on the farm all day long, he was completely tired out. - Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.

bütün
utter
bütün
{i} gross

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!

bütün
the total
bütün
pan

The whole city is in panic. - Bütün şehir panik içinde.

bütün
intact
bütün
every

Everyone in the class is here today. - Bugün bütün sınıf burada.

I have read every book in the library. - Kütüphanede bütün kitapları okudum.

bütün
out-and-out
bütün
monolith
bütün
grand

Grandma walked to the market to buy food for the whole family. - Büyükanne bütün aileye yiyecek almak için markete gitti.

Grandmother died, leaving the whole family stunned. - Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.

bütün
continuum
bütün
overall
bütün
thorough
bütün
full

He addressed my full attention to the landscape outside. - Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

bütün
all-out
bütün
entirely

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

bütün
sum total
bütün
integral
bütün
integrate
bütün
omni-
bütün
entirety

We need to view this in its entirety. - Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

bütün
all the
bütün
total

Have you been totally honest with me? - Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?

I'm totally not exaggerating. - Bütünüyle abartmıyorum.

bütün
aggregate
bütün
holo-
bu tüzük Üye Devletlerde bütünüyle bağlayıcıdır ve doğrudan uygulanır
(Hukuk) this Regulation shall be binding in its entirety and directly applicable in the Member States
bütün
out and out
bütün
totality
bütün
(a) whole, (a) totality
bütün
total, sum
bütün
whole, entire, total; all
bütün
clear
bütün
unbroken
bütün
round

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

It's warm here all the year round. - Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.

bütün
solid
bütün
undivided
bütün
(before plural form) all
bütün
omni
bütün
all over the

The life of Lincoln is read by children all over the world. - Lincoln'un hayatı bütün dünyada çocuklar tarafından okunur.

What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world. - Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.

bütün
one and only
bütün
whole, entire, total, complete
bütün
holo
bütün
large (bill, money)
bütün
complement
bütün
all out
bütün
unbroken, undivided
bütün
the whole

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

bütün
sheer
bütün
allout
bütün
outright
bütün
teetotal
bütün
integer
bütün
aipha
bütün
monolithic
bütün
{i} ensemble
Türkçe - Türkçe

butünüyle teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

bütünüyle
(Osmanlı Dönemi) bitamâmihâ
Bütün
pan
bütün
Eksiksiz, tam; parçalanmamış
bütün
Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü
bütün
Birlik, tamlık: "Şiirde bir bütünün lüzumuna inananlar bile mısralar arasında birtakım aralıklar kabul eder."- O. V. Kanık
bütün
Birlik, tamlık
bütün
Parçalanmamış
bütün
Eksiksiz, tam: "Güller bütün güller bu sabah / Bir ağızdan şarkı söyler gibi açıyor her bahçede."- N. Cumalı. Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi: "Bütün civar köylerde onu sevmeyen yoktu."- Y. K. Karaosmanoğlu
bütün
Ufaklık, bozukluk olmayan (para)
butünüyle