Der Manager hat das Thema zur Sprache gebracht.
Oğlumu ofisinize getirmek zorunda mıyım?
- Do I have to bring my son to your office?
Öğle yemeğini getirmek zorunda değilsin.
- You do not have to bring your lunch.
Çoğu sporlarda en sıkı çalışma yapan takım genellikle eve ekmek parasını getirir.
- In most sports the team that practice hardest usually brings home the bacon.
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
Cover the potatoes with cold water and bring to a boil.
- Geben Sie so viel Wasser zu den Kartoffeln, dass sie bedeckt sind und bringen Sie es zum Kochen.
Bring your kids, too.
- Bringen Sie Ihre Kinder mit.