En parlak olanı şu küçük yıldızdır.
- That small star is the brightest.
Sabah güneşi bakmak için çok parlak.
- The morning sun is too bright to look at.
O onlardan daha zeki.
- He's brighter than they are.
O, hiçbir şekilde zeki değil.
- He is by no means bright.
Dükkanlar, parlak oyuncakları ve yeşil dallarıyla neşeli görünüyor.
- The shops look merry with their bright toys and their green branches.
Onun odası aydınlıktı.
- His room was brightly lit.
Benim bürom seninkinden çok daha aydınlıktır.
- My office is significantly brighter than yours.
O, parlak renkli kuşlar, çiçekler ve yapraklar gördü.
- He saw brightly-colored birds, flowers and leaves.
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Güneş ışıl ışıl parlıyor.
- The sun is shining brightly.
Güneş ışıl ışıl parlıyordu.
- The sun was shining brightly.
Tom Mary'nin akıllı olduğunu söyledi.
- Tom said that Mary was bright.
Tom'un akıllı olduğunu düşünüyorum.
- I think Tom is bright.
Güneş ışığı odayı aydınlatıyor.
- Sunlight brightens the room.
Mumlar odayı aydınlatıyor.
- The candles made the room bright.
İşler daha canlı görünüyor.
- Things are looking brighter.
Bu sabah canlı ve parlaksın.
- You are bright and glowy this morning.
Ateş parlak bir şekilde yandı.
- The fire burned up brightly.
Güneş parlak bir şekilde parladı.
- The sun shone brightly.
Mutlu, çok parlak ve erken görünüyorsun.
- You look happy, so bright and early.
Bahçe çiçekleri ile görkemli.
- The garden is bright with flowers.
Parlak ışık Markku'yu rahatsız etti.
- The bright light disturbed Markku.
Meydan parlak ışıklarla aydınlatıldı.
- The square was illuminated by bright lights.
Parlak renkleri severim.
- I like bright colors.
Onlar parlak renkler giymeyi severler.
- They like to wear bright colors.
Mary'nin yüzü kıpkırmızı oldu.
- Mary's face turned bright red.
Yüzü öfkeden kıpkırmızıydı.
- Her face was bright red with anger.
Güneş fırtınadan sonra daha parlak parla.
- The sun shines brighter after the storm.
Yağmurdan sonra güneş daha parlak ışıldar.
- After the rain the sun shines much brighter.
Güneş ışıl ışıl parlıyordu.
- The sun was shining brightly.
Işıl ışıl gülümseyen anne, bebeğine elini uzattı.
- The mother extended her hand to her baby, smiling brightly.
Bu yeni ekran çok daha parlak.
- This new screen is much brighter.
Yağmurdan sonra güneş daha parlak ışıldar.
- After the rain the sun shines much brighter.
En parlak olanı şu küçük yıldızdır.
- That small star is the brightest.
O küçük yıldız en parlaktır.
- That small star is brightest.
Ateş parlak bir şekilde yanıyordu.
- The fire was burning brightly.
Ateş parlak bir şekilde yandı.
- The fire burned up brightly.
You lost your job? Look on the bright side, now you will have more free time!.
Ateş parlak bir şekilde yanıyordu.
- The fire was burning brightly.
Güneş parlak bir şekilde parladı.
- The sun shone brightly.
Onun odası aydınlıktı.
- His room was brightly lit.
Could you please dim the light? It's way too bright.
Definition A person whose world view is free of supernatural and mystical elements. The ethics and actions of a bright are based on a naturalistic world view. (2003, Paul Geisert and Mynga Futrell).
Ah, God, Corley replied, sure I couldn't teach in a school, man. I was never one of your bright ones, he added with a half laugh.
You needn't plague yourself about her no how, because she's bright as a button, and knows all about what you want and what you don't wan't, as well as a sensible being.
In these situations, there is no bright line between aggressive play and outright cheating.
John's youngest is doing well at school. He's a bit of a bright spark, isn't he?.
They're eager to learn, bright-eyed and bushy-tailed, coach Jon Gruden said.
... It's bright red. ...
... about. It's about who can get the middle class in this country a bright and prosperous ...