birli

listen to the pronunciation of birli
Türkçe - İngilizce
(Bilgisayar) monadic
(Kimya) singlet
ace
playing cards ace
unary
bir
one

In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life. - Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.

I'd like to stay one more night. Is that possible? - Bir gece daha kalmak istiyorum. Mümkün mü?

birli işlem
(Bilgisayar) monadic operation
bir
single

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

We generally drink tea after a meal. - Biz genellikle bir öğünden sonra çay içeriz.

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

bir
a
bir
apart

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

It isn't a real apartment. - O, gerçek bir daire değildir.

bir
mono

Monopoly is a popular game for families to play. - Monopoly ailelerin oynaması için popüler bir oyun.

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

on birli
on cooperation
bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

Every time I think of Tom, I get a lump in my throat. - Tom'u ne zaman düşünsem, boğazımda bir yumru hissediyorum.

Please put a lump of sugar in my coffee. - Kahveme bir küp şeker koyun lütfen.

bir
head

Two heads are better than one. - Bir elin nesi var, iki elin sesi var.

A cup of coffee cleared my head. - Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.

bir
erect

Caesar erected a golden statue of Cleopatra. - Sezar, Kleopatra'nın altından bir heykelini dikti.

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

bir
unit

Washington is the capital of the United States. - Washington, Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentidir.

In 1860, Lincoln was elected President of the United States. - 1860'ta Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçildi.

bir
unity

Unity is better than money. - Birlik paradan daha iyidir.

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

bir
somewhere

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

bir
engage

Do you have any engagement tomorrow? - Yarın herhangi bir randevun var mı?

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

bir
{f} pace

This is a nice change of pace. - Bu hoş bir değişiklik.

After a hectic few days at work, Tom is looking forward to a change of pace. - İşte yoğun geçen birkaç günden sonra, Tom bir değişikliği iple çekiyor.

bir
un#veil
bir
{s} some

Would you like some coffee? - Biraz kahve ister misin?

I've brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

bir
attack

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

They began with a strong attack against the enemy. - Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler.

bir
squash

Have you ever squashed a fly with your hand? - Sen hiç elinle bir sinek ezdin mi?

Have you ever squashed a tomato? - Hiç bir domates ezdin mi?

İngilizce - İngilizce

birli teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology