birci

listen to the pronunciation of birci
Türkçe - İngilizce
monistic, monistical
monist
bir
one

I'd like to stay one more night. Is that possible? - Bir gece daha kalmak istiyorum. Mümkün mü?

One, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, ten. - Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on.

bir
single

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
otuz birci
wanker
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

bir
a
bir
apart

It isn't a real apartment. - O, gerçek bir daire değildir.

I'm busy looking for an apartment. - Ben bir daire aramakla meşgulüm.

bir
mono

Monopoly is a popular game for families to play. - Monopoly ailelerin oynaması için popüler bir oyun.

He wore a top hat and a monocle. - O bir silindir şapka ve bir tek gözlük taktı.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

Every time I think of Tom, I get a lump in my throat. - Tom'u ne zaman düşünsem, boğazımda bir yumru hissediyorum.

I have a lump in my breast. - Benim mememde bir yumru var.

bir
head

Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head. - Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.

A cup of coffee cleared my head. - Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.

bir
erect

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

They erected a statue in memory of Gandhi. - Onlar Gandhi'nin anısına bir heykel diktiler.

bir
unit

Which language is spoken in the United States of America? - Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

bir
unity

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

The Emperor is the symbol of the unity of the people. - İmparator, halkın birliğinin sembolüdür.

bir
somewhere

I remember seeing you all somewhere. - Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

bir
engage

Tom gave Mary an engagement ring. - Tom Mary'ye bir nişan yüzüğü verdi.

Tom bought an engagement ring for Mary with money he inherited from his grandfather. - Tom büyükbabasından miras kalan parayla Mary için bir nişan yüzüğü aldı.

bir
{f} pace

This is a nice change of pace. - Bu hoş bir değişiklik.

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

bir
un#veil
bir
{s} some

I've brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

Would you like some coffee? - Biraz kahve ister misin?

bir
attack

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

bir
squash

This is the first time I've ever squashed a cockroach. - Şimdiye kadar ilk defa bir hamam böceği ezdim.

Have you ever squashed a fly with your hand? - Sen hiç elinle bir sinek ezdin mi?

İngilizce - İngilizce

birci teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
birci