Tom küçük bir kutu tutarak mutfağa doğru yürüdü.
- Tom walked into the kitchen holding a small box.
Tom Mary'nin yanında onun elinden tutarak oturdu.
- Tom sat next Mary, holding her hand.
Ivır zıvır yiyecek yemekten vazgeçmek için irade gücüne sahip olmadığım için kendimden nefret ediyorum.
- I hate myself for not having the will power to quit eating junk food.
Cebinde küçük bir el fenerine sahip olman yararlı olabilir.
- Having a small flashlight in your pocket may come in handy.
Tom yeterli paraya sahip olmamaktan hoşlanmıyordu.
- Tom didn't like not having enough money.
Yapacak çok şeye sahip olmayı severim.
- I like having plenty to do.
Tom küçük bir malzeme kutusu tutuyordu.
- Tom was holding a small box of stuff.
1950'lerde, Finler dünyadaki en az sağlıklı diyetlerden birine sahip olarak belirtildiler.
- In the 1950's, the Finns were cited as having one of the least healthy diets in the world.
Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.
- When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations.
Dün kollarında bir tavşan tutan bir adam gördüm.
- I saw a man holding a rabbit in his arms yesterday.
Tutuklu onu tutan gardiyanlardan kaçtı.
- The prisoner broke away from the guards who were holding him.
Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
- To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
Sami tutmakta olduğu her şeyi düşürdü.
- Sami dropped everything he was holding.