Köpeğe bir kemik verdim, havlaması durdu.
- I gave the dog a bone, stopping its barking.
Buz gibi bir rüzgar bizi kemiklerimize kadar dondurdu.
- The icy wind cut us to the bones.
Çok kılçıklı balıkları yemeği sevmem.
- I don't like to eat fish with many bones.
Bu çok kılçıklı bir balık.
- This fish has a lot of bones.
Tom had lost a hand and a leg up to the knee in a fight against a shark. He now had a wooden leg and a hook instead of a hand.
- Tom hatte beim Kampf gegen einen Hai eine Hand und ein Bein bis zum Knie verloren und trug nun ein Holzbein und anstelle der Hand einen Haken.