Yapabileceğimiz tek şey ona katlanmaktı.
- The only thing we could do was to bear with it.
Bu mevduat yüzde üç faiz taşımaktadır.
- This deposit bears three percent interest.
Gölün üstündeki buz senin ağırlığını taşımak için çok ince.
- The ice on the lake is too thin to bear your weight.
Ben çocukken, komşuları korkutmak için bir evcil kahverengi ayım olsun istedim.
- When I was little, I wanted to have a pet brown bear to scare my neighbors.
Bir ayı ağaca tırmanabilir.
- A bear can climb a tree.
Ona karşı hiçbir kötü niyet taşımıyorum.
- I bear him no malice.
O, büyük bir demet çiçek taşıyarak geldi.
- He came bearing a large bunch of flowers.
Tom'un sineye çekmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
Tom'un ya sabır çekmek dışında bir seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
A tree bears leaves in spring.
O, büyük sinema güzelliklerinden biri olan Ingrid Bergman'a şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır,
- She bears a striking resemblance to Ingrid Bergman, one of the great cinema beauties.
Tom'un sineye çekmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
One of my real aspirations of this is I wanna see interstellar wars between Care Bears and Klingons.
Bears look for over-priced securities to sell short.
You rang me last night but it was bear late and I didn't answer.
The jury could see he was bearing false witness.
The great bear market starting in 1929 scared a whole generation of investors.
The harbour bears North by Northeast.
... egg symbolized the race of the future, which bears no ...
... bears liability. ...