O, gerçek olamayacak kadar çok iyi.
- It is too good to be true.
Açıklamanız inandırıcı olmayacak; o gerçek olamayacak kadar imkansız.
- Your explanation won't wash; it's too improbable to be true.
Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.
- I'll be damned if it's true.
Hikâyesi doğru olmayabilir.
- His story may not be true.
Hakiki uyruğumuz insanoğludur.
- Our true nationality is mankind.
Onun gerçek olduğunu söylemeye utandım.
- I'm ashamed to say that it's true.
Onun hikayesi gerçek görünüyor.
- His story sounds true.
Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
- This story may sound strange, but it's absolutely true.
Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.
- I don't think that's quite true.
Sadece değişenler kendilerine sadık kalırlar.
- Only those who change stay true to themselves.
Bu, Fadıl Sadık'ın gerçek hikayesidir.
- This is the true story of Fadil Sadiq.
Gerçek güzellik içten gelir.
- True beauty comes from within.
Onun cinayetinden sorunlu asıl katil sensin!
- The true killer responsible for her murder is you!
Tom'un asıl niyeti ne?
- What are Tom's true intentions?
Onlar Amerika'da herhangi birinin başkan olabileceğini söylüyorlar fakat belki gerçekten doğru değildir.
- They say that in America anyone can become president, but perhaps that's not really true.
Bu gerçekten doğru değil.
- This isn't really true.
Şey, bu tam olarak doğru değil.
- Well, that's not quite true.
O tam olarak doğru değil.
- That's not exactly true.
Açıklamayı doğru olarak kabul ediyorum.
- I accept the statement as true.
Bir silaha sahip olduğunuz doğru değil mi?
- Isn't it true that you own a gun?
The strength and number of blows depends on how far out of true the shafts are.
He trued the spokes of the bicycle wheel.
The true king has returned!.
We spent all night truing up the report.
this gun shoots true.
I'm sure that is the truth.
- I'm sure that's true.
... But the opposite is also true. ...
... There are more things that are said that are not true. ...