İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı.
- The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.
O, mükemmel bir centilmendir.
- He is a perfect gentleman.
Tom kusursuzca sakin durdu.
- Tom stood perfectly still.
Görev kusursuz olarak gitti.
- The mission went perfectly.
Hayali gitar becerilerini mükemmelleştirmek için saatler harcadı.
- He spent hours perfecting his air guitar skills.
Her şey dört dörtlük olmalı.
- Everything must be nothing less than perfect.
Ben tamamen normalim.
- I'm perfectly normal.
Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
- Tom can understand perfectly well.
Kusursuzluk diye bir şey yoktur.
- There's no such thing as perfection.
perfect an appeal; perfect an interest; perfect a judgment.
Practice makes perfect.
You're perfectly normal.
- You are perfectly normal.
He is a perfectionist.
- He's a perfectionist.
... Maybe if they believe data must be perfect, otherwise ...
... How do you train for the perfect Beckham kick? ...