İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı.
- The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.
Kız kardeşim mükemmel görüşe sahiptir.
- My sister has perfect vision.
O kusursuzca anlaşılabilir.
- That's perfectly understandable.
Görev kusursuz olarak gitti.
- The mission went perfectly.
Hayali gitar becerilerini mükemmelleştirmek için saatler harcadı.
- He spent hours perfecting his air guitar skills.
Her şey dört dörtlük olmalı.
- Everything must be nothing less than perfect.
Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.
- I can understand your position perfectly.
Ben tamamen normalim.
- I'm perfectly normal.
Kusursuzluk diye bir şey yoktur.
- There's no such thing as perfection.
perfect an appeal; perfect an interest; perfect a judgment.
Practice makes perfect.
He is a perfectionist.
- He's a perfectionist.
We are a perfect match.
- We're a perfect match.
... And it just seemed like the perfect home. ...
... And it was perfect for what I was feeling at that moment. ...