Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Batman hakkında bilmeniz gereken şey, onun süper kahraman olmasıdır.
- The thing you have to know about Batman is, he's a superhero.
Tom'un boşanmayı düşündüğüne dair kesinlikle fikrim yoktu.
- I certainly had no idea Tom was thinking about getting divorced.
Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.
- I had no idea that Tom knew so much about zebras.
Öyle şeyler konusunda bilgim yok.
- I don't know about things like that.
Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.
- Many people worry about paying their bills.
Tsez dili, Dağıstan'da yaklaşık 15.000 kişi tarafından konuşulan bir Kuzeydoğu Kafkasya dilidir.
- Tsez is a Northeast Caucasian language spoken by about 15,000 people in Dagestan.
Sözlük, yaklaşık yarım milyon kelime içeriyor.
- The dictionary contains about half a million words.
Tom artık hemen hemen her yerde olabilr.
- Tom could be just about anywhere by now.
Kız kardeşimle hemen hemen aynı yaşta gösterdiğimi söylerler.
- People say I look about the same age as my sister.
O, takriben seninle aynı yaştadır.
- He's about the same age as you are.
O, takriben benimle aynı yaştadır.
- She's about the same age as I am.
Tom aşağı yukarı benimle aynı yaşta.
- Tom is about the same age as me.
Aşağı yukarı katlanabileceğimin hepsi bu kadar.
- This is about all I can put up with.
Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
- You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
Genellikle saat altı otuz civarında kalkarım.
- I usually get up at about six-thirty.
Televizyonda, yüzünde ciddi bir görünümü olan birisi ülkemizin geleceği ile ilgili sorunlar hakkında konuşuyor.
- On TV someone with a serious look on his face is talking about the problems of our country's future.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Tüm bahçenin etrafında yüksek bir duvar duruyor.
- A high wall stands all about the garden.
Çocuklarını etrafında topladı.
- She gathered her children about her.
Yaşlı adam şapkası için etrafına bakındı.
- The old man looked about for his hat.
O, evin etrafına bakındı.
- He looked about the house.
Televizyonda, yüzünde ciddi bir görünümü olan birisi ülkemizin geleceği ile ilgili sorunlar hakkında konuşuyor.
- On TV someone with a serious look on his face is talking about the problems of our country's future.
O, senin ne kadar değerli olduğunla ilgili değil fakat sana sahip oldukları için ne kadar ödeyecekleri ile ilgilidir.
- It's not about how much you're worth, but how much they are going to pay for having you.
İtalya'nın nüfûsu, Japonya'nınkinin yaklaşık yarısı kadardır.
- The population of Italy is about half as large as that of Japan.
Çin'in nüfusu Japonya'nınkinin 8 misli kadar büyüktür.
- The population of China is about eight times as large as that of Japan.
Bir parça kağıdın üzerine, yanınızda oturan kişi hakkında hoşlandığınız bir şey yazın lütfen.
- Please write, on a piece of paper, something you like about the person sitting next to you.
Tom, Vikingler'in dünya tarihine etkileri üzerine beş dakikalık bir sunum yaptı.
- Tom gave a five-minute presentation about the influence of the Vikings on world history.
Buralarda anahtarımı kaybettim.
- I lost my key about here.
Buralarda manzara çok güzeldir.
- The scenery about here is very beautiful.
Yataktan çıkmadan önce günün geriye kalanında ne yapacağım hakkında düşünerek biraz zaman harcarım.
- Before I get out of bed, I spend a little time thinking about what I'll be doing the rest of the day.
Yaklaşık onun yarısını yedim ve geriye kalanını tabağımda bıraktım.
- I ate about half of it and left the rest on my plate.
Tom neredeyse toplantıyı unutuyordu.
- Tom almost forgot about the meeting.
Neredeyse gitmeye hazırım.
- I'm about ready to go.
Masanın üstünde dans etme hakkında bir kitap var.
- There's a book about dancing on the desk.
Uçurumun üstünde duran bir adam boşluğa atlayarak intihar etmek üzereydi.
- A man standing on the cliff was about to commit suicide by jumping into the void.
Senin yanında olsaydım o konuyu ona sormazdım.
- If I were you, I would not have asked him about it.
O her gün şemsiyesini yanında taşır.
- He carries his umbrella about with him every day.
Bu sıralarda, Lucius Cornelius Sulla, Roma diktatörü olduktan sonra, Sezar'ın onun egemenliği için siyasi bir tehdit olduğunu düşündü.
- At about this time, Lucius Cornelius Sulla, after becoming the dictator of Rome, thought that Caesar was a political threat to his rule.
Onlar ormanın çevresinde dolaştı.
- They roamed about the forest.
Onun çevresindeki öğrenciler testten bahsediyordu.
- The students around her were talking about the test.
Why, then, I see, ‘tis time to look about, / When every boy Alphonsus dares control.
And when Paul was now about to open his mouth, Gallio said unto the Jews, If it were a matter of wrong or wicked lewdness, O ye Jews, reason would that I should bear with you:.
'John, I have observed that you are often out and about of nights, sometimes as late as half past seven or eight. ...'.
Let not mercy and truth forsake thee: bind them about thy neck; write them upon the table of thine heart:.
Note: This use passes into the adverbial sense.).
Is not this sudden interest in capturing CO2 — and it has been about for a little while — simply another hidey-hole for the government to creep into?.
Mr. Carter, whose back had been turned, turned about and faced his niece.
Nothing daunted, the fleet put to sea, and after sailing about the island for some time, a landing was effected in the west of Munster.
And withal they learn to be idle, wandering about from house to house; and not only idle, but tattlers also and busybodies, speaking things which they ought not.
'I'll tell you what, Fanny: she must have her way about Sarah Thompson. You can see her to-morrow and tell her so.