Power and money are inseparable.
- Güç ve para ayrılmaz.
He and I were inseparable friends during our time together in school.
- O ve ben okulda birlikteki zamanımız boyunca ayrılmaz arkadaşlardık.
Improvisation is an integral part of jazz.
- Doğaçlama cazın ayrılmaz bir parçasıdır.
Travel and public speaking are integral parts of Tom's job.
- Seyahat ve toplum önünde konuşma, Tom'un işinin ayrılmaz parçalarıdır.
Allocate a room for research purposes.
- Araştırma amaçları için bir oda ayırın.
We must be able to differentiate between objects and situations.
- Nesneler ve durumlar arasında ayırım yapabilmeliyiz.
It is no use trying to separate the sheep from the goats while in a state of madness.
- Çok sinirliyken iyiyle kötüyü ayırmaya çalışmanın bir faydası yoktur.
What separates Guangdong from Guangxi?
- Guangdong'u Guangxi'den ne ayırıyor?
I'm not disconnecting their printers.
- Onların yazıcılarını ayırmıyorum.
These devices are distinguished by particularly high-quality workmanship.
- Bu cihazlar özellikle yüksek kaliteli işçilikle ayırt edilir.
The seats were reserved for the party.
- Parti için sandalyeler ayırtıldı.
I didn't detach them.
- Ben onları ayırmadım.
I reserved my hotel room three weeks in advance.
- Otel odamı üç hafta önceden ayırttım.
We should have phoned ahead and reserved a table.
- Önceden telefon etmeliydik ve bir masa ayırtmalıydık.
Would you mind sparing me thirty minutes of the day?
- Bana günün otuz dakikasını ayırır mısın?
I removed her number after severing our friendship.
- Dostluğumuzu kestikten sonra onun numarasını ayırdım.
I'm not disconnecting their printers.
- Onların yazıcılarını ayırmıyorum.
Dan disconnected Linda from her respirator.
- Dan, Linda'yı solunum cihazından ayırdı.
I reserved my hotel room three weeks in advance.
- Otel odamı üç hafta önceden ayırttım.
I'd like to reserve a seat on this train.
- Bu trende yer ayırtmak istiyorum.
Subtle differences in tone discriminate the original from the copy.
- Tondaki ince farklar orijinali fotokopiden ayırt eder.
Tom has time to spare.
- Tom'un ayıracak zamanı vardı.
Since there wasn't much time to spare, she took a taxi.
- Ayıracak çok zamanı olmadığı için, taksiye bindi.
English is one language separating two nations.
- İngilizce iki ulusu ayıran bir dildir.
Why is politics separating us, when we ourselves know who is good and who isn't?
- Kimin iyi olduğunu ve kimin olmadığını biz kendimiz bildiğimizde politika neden bizi ayırıyor?
The mother separated the fighting children.
- Anne dövüşen çocukları ayırdı.
The policeman separated the two men who were fighting.
- Polis kavga eden iki adamı ayırdı.
Dan disconnected Linda from her respirator.
- Dan, Linda'yı solunum cihazından ayırdı.
Let's decide what needs to be decided, then let's split into two teams, OK?
- Neye karar verilmesi gerektiğine karar verelim, sonra iki takıma ayıralım.
They earmarked enough money for research work.
- Araştırma çalışması için yeterli para ayırdılar.
Kan bağı herşeyden kuvvetlidir.
We dissected a frog to examine its internal organs.
- Bir kurbağayı, iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.
The original and the copy are easily distinguished.
- Orijinal ve kopya kolayca ayırt edilirler.
These machines are distinguished by particularly high-quality workmanship.
- Bu makineler, özellikle yüksek kaliteli işçilik ile ayırt edilir.