ayrıcı

listen to the pronunciation of ayrıcı
Türkçe - İngilizce
distinctive
that is characteristic or typical of something
that serves to distinguish between things
Marks that present a unique commercial impression
Elegant, refined character that sets the wine apart on its own
serving to distinguish or identify a species or group; "the distinguishing mark of the species is its plumage"; "distinctive tribal tattoos"; "we were asked to describe any identifying marks or distinguishing features"
Having the power to distinguish and discern; discriminating
Possessing a unique design which distinguishes a product from other similar products
Something that is distinctive has a special quality or feature which makes it easily recognizable and different from other things of the same type. His voice was very distinctive. + distinctively dis·tinc·tive·ly the distinctively fragrant taste of elderflowers + distinctiveness dis·tinc·tive·ness His own distinctiveness was always evident at school. having a special quality, character, or appearance that is different and easy to recognize
possible to classify
{s} special, unique, different
Marking or expressing distinction or difference; distinguishing; characteristic; peculiar
of a feature that helps to distinguish a person or thing; "Jerusalem has a distinctive Middle East flavor"- Curtis Wilkie; "that is typical of you!"
of a feature that helps to distinguish a person or thing; "Jerusalem has a distinctive Middle East flavor"- Curtis Wilkie; "that is typical of you!
ayır
break into
Ayır
allocate

Allocate a room for research purposes. - Araştırma amaçları için bir oda ayırın.

ayır
make disconnected
ayır
make disjoint
ayır
{f} resolving
ayır
{f} segregated
ayır
differentiate

We must be able to differentiate between objects and situations. - Nesneler ve durumlar arasında ayırım yapabilmeliyiz.

ayır
{f} separate

We must separate politics from religion. - Siyaseti dinden ayırmalıyız.

Our teacher separated us into two groups. - Öğretmen bizi iki gruba ayırdı.

ayır
{f} disconnecting

I'm not disconnecting their printers. - Onların yazıcılarını ayırmıyorum.

ayır
{f} part

These devices are distinguished by particularly high-quality workmanship. - Bu cihazlar özellikle yüksek kaliteli işçilikle ayırt edilir.

Tom budgeted three hundred dollars for the party. - Tom parti için üç yüz dolarlık bütçe ayırdı.

ayır
detach

I didn't detach them. - Ben onları ayırmadım.

ayır
spaced at
ayır
{f} isolated
ayır
{f} reserved

I reserved my hotel room three weeks in advance. - Otel odamı üç hafta önceden ayırttım.

We have reserved a lot of food for emergencies. - Acil durumlar için bir sürü yiyecek ayırdık.

ayır
cut into
ayır
{f} sparing

Would you mind sparing me thirty minutes of the day? - Bana günün otuz dakikasını ayırır mısın?

ayır
sever

I removed her number after severing our friendship. - Dostluğumuzu kestikten sonra onun numarasını ayırdım.

ayır
disconnect

Disconnect the power cable from the modem, wait for approximately one minute, then reconnect the cable. - Enerji kablosunu modemden ayır, yaklaşık bir dakika bekle, sonra kabloyu tekrar bağla.

I'm not disconnecting their printers. - Onların yazıcılarını ayırmıyorum.

ayır
isolate
ayır
separate into
ayır
{f} spaced
ayır
{f} reserve

I reserved my hotel room three weeks in advance. - Otel odamı üç hafta önceden ayırttım.

It's faster to reserve a taxi. - Bir taksi ayırtmak daha hızlıdır.

ayır
discriminate

Subtle differences in tone discriminate the original from the copy. - Tondaki ince farklar orijinali fotokopiden ayırt eder.

ayır
sever from
ayır
demarcate
ayır
{f} abstract
ayır
{f} allocated
ayır
{f} parted
ayır
{f} parting
ayır
{f} spare

Do you have much time to spare? - Ayıracak çok zamanın var mı?

Since there wasn't much time to spare, she took a taxi. - Ayıracak çok zamanı olmadığı için, taksiye bindi.

ayır
disjoin
ayır
{f} separating

English is one language separating two nations. - İngilizce iki ulusu ayıran bir dildir.

Why is politics separating us, when we ourselves know who is good and who isn't? - Kimin iyi olduğunu ve kimin olmadığını biz kendimiz bildiğimizde politika neden bizi ayırıyor?

ayır
{f} separated

The mother separated the fighting children. - Anne dövüşen çocukları ayırdı.

Our teacher separated us into two groups. - Öğretmen bizi iki gruba ayırdı.

ayır
{f} discriminating
ayır
{f} detached
ayır
{f} disconnected

Dan disconnected Linda from her respirator. - Dan, Linda'yı solunum cihazından ayırdı.

ayır
{f} abstracted
ayır
split into

Let's decide what needs to be decided, then let's split into two teams, OK? - Neye karar verilmesi gerektiğine karar verelim, sonra iki takıma ayıralım.

ayır
{f} earmark

They earmarked enough money for research work. - Araştırma çalışması için yeterli para ayırdılar.

ayır
break down into
ayır
segregate
ayır
set apart
ayır
allocate to
ayır
uncouple
ayır
unstuck
ayır
allocateto
ayır
sunder
ayır
unstick
ayır
differentiated
ayır
disengage
ayır
disengaged
ayır
seclude
ayır
secluded
ayır
unsphere
ayır
setapart
ayır
separateinto
ayır
(Biyoloji) dissect

We dissected a frog to examine its internal organs. - Bir kurbağayı, iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.

ayır
splitinto
ayır
disarticulate
ayır
disjoined
ayır
zoning
ayır
distinguished

These devices are distinguished by particularly high-quality workmanship. - Bu cihazlar özellikle yüksek kaliteli işçilikle ayırt edilir.

The original and the copy are easily distinguished. - Orijinal ve kopya kolayca ayırt edilirler.

ayrıcı