In retrospect, Tom realized he shouldn't have been dating both sisters at the same time.
- Geriye dönüp baktığında, Tom her iki kız kardeşle aynı zamanda flört etmemesi gerektiğini anladı.
Don't all speak at the same time.
- Hepiniz aynı zamanda konuşmayın.
That's the deepest part of the lake as well.
- O aynı zamanda gölün en derin kısmı.
Tom likes not only Mary but Alice as well.
- Tom sadece Mary'yi değil aynı zamanda Alice'i de sever.
You are not the only one responsible for it, I am too.
- Onun için sadece siz değil aynı zamanda ben de sorumluyum.
I borrowed money not only from Tom, but from his wife, too.
- Sadece Tom'dan değil aynı zamanda karısından da ödünç para aldım.
He is a scholar and a musician simultaneously.
- O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
The singer is famous not only in Japan but also in Europe.
- Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.
Not only you but I also was to blame.
- Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.
You can't do two things at once.
- Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
Tom and Mary both started talking at the same time.
- Hem Tom hem de Mary aynı zamanda konuşmaya başladı.
We are both to blame.
- Sadece siz değil aynı zamanda ben de suçlanmalıyım.