ayak teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- foot
There are footprints of a cat on the table.
- Masanın üstünde bir kedinin ayak izleri var.
The police couldn't find any footprints outside Tom's bedroom window.
- Polisler Tom'un yatak odası penceresinin dışında herhangi bir ayak izi bulamadılar.
- stillage
- gait, pace
- footsie; stand
- step (in stairs)
- treadle (of a sewing machine)
- body part located at the end of the leg; hoof; footsy
- buttress; plates
- foot; leg; step, rung; tributary; gait, pace; rhyme; act, put-off , histrionics
- shaft (of a loom)
- pod
- easel
- outlet (of a lake)
- folk poetry rhyme; rhyme word
- foot (measure)
- base, pedestal, footing
- intersection between two lines or between a line and a plane
- feet
Your feet are swollen because your shoes are too small.
- Ayakkabıların çok küçük olduğu için ayakların şişmiş.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
- plates
- step
They stepped on board the airplane.
- Onlar uçağa ayak bastılar.
Don't step on my toes.
- Ayak parmaklarıma basmayın.
- pier
Tom sat on the pier with his feet in the water.
- Tom ayakları suda iskelede oturdu.
Tom sat on the pier, dangling his feet in the water.
- Tom ayaklarını suya sarkıtarak iskelede oturdu.
- standard
- (Jeoloji) face
- rung
- (Astronomi) rigel
- pillar
- mount
I heard that they discovered the footprints of an abominable snowman in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerini Himalaya dağlarında keşfettiklerini duydum.
I heard that footprints of an abominable snowman were found in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerinin Himalaya dağlarında bulunduğunu duydum.
- pous
- histrionics
- counterfort
- stand
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
I'm worn out, because I've been standing all day.
- Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
- act
- pes
- foot steps
- foot of
- footpound
- {i} buttress
- arch
- tootsie
- tootsy
- snatch
- tod
- {i} hoof
The shoe fell off the horse's hoof.
- Ayakkabı atın toynağına düştü.
- leg
She sat down and crossed her legs.
- Oturdu ve ayak ayak üstüne attı.
It crawls on all fours as a baby, then learns to walk on two legs, and finally needs a cane in old age.
- Bir bebek olarak dört ayak üzerinde emekler, sonra iki bacak üstünde yürümeyi öğrenir, sonunda yaşlılıkta bir değneye ihtiyacı olur.
- footer
- stanchion
- bearing
- rocker
- ayak izi
- footprint
Did you see any footprints?
- Hiçbir ayak izi gördünüz mü?
Did you see any footprints?
- Hiç ayak izi gördün mü?
- ayaklar
- (İnşaat) feet
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
- ayak parmağı
- toe
I have a pain in my little toe.
- Küçük ayak parmağımda bir ağrı var.
My toe started bleeding.
- Ayak parmağım kanamaya başladı.
- ayak uydurmak
- keep up with
Tom says he's tired of trying to keep up with the Joneses.
- Tom Joneses'lara ayak uydurmaktan bıktığını söylüyor.
I read books and magazines to keep up with the times.
- Zamana ayak uydurmak için kitaplar ve dergiler okurum.
- ayak iskemlesi
- footstool
- ayak işleri
- errand
She cleaned the room, and ran errands.
- Odayı temizledi, ve ayak işlerini yaptı.
Tom spent the morning doing errands.
- Tom sabahı ayak işleri yaparak geçirdi.
- ayak uydurmak
- keep up
It's hard to keep up with you.
- Sana ayak uydurmak zor.
I read books and magazines to keep up with the times.
- Zamana ayak uydurmak için kitaplar ve dergiler okurum.
- ayak bileği kemiği
- ankle
- ayak uydurmak
- keep pace with
- ayak bağı
- tie
- ayak bağı
- hindrance
I'm just a hindrance.
- Tam bir ayak bağıyım.
If you're not motivated, go back home. You'll just be a hindrance.
- Motive değilsen hemen eve dön. Sadece bir ayak bağı olacaksın.
- ayak diremek
- balk
- ayak işlerine bakmak
- to run errands
- ayak kısmını örmek
- foot
- ayak sesleri
- Steps
- ayak uydurmak
- keep pace
- ayak uydurmak
- attune
- ayak uydurmak
- fit
- ayak uydurmak
- conform one's behavior to
- ayak uydurmak
- accommodate oneself to
- ayak uydurmak
- suit up
- ayak uydurmak
- temporise
- ayak uydurmak
- keep in step (with)
- ayak uydurmak
- keep in step with
- ayak uydurmak
- fall in step
- ayak uydurmak (zamana)
- keep up with
- ayak uydurmak (çağa/zamana)
- keep up with
- ayak basma
- stamping
- ayak diremek
- Put one's foot down
- ayak diremek
- insist
- ayak izinden gitmek
- follow in somebody's footsteps
- ayak işi
- Errand
- ayak nasırı
- of foot calluses
- ayak parmakları
- toes
- ayak topuğu
- heel of the foot
- ayak tırnağı
- Toenail
- ayak uydurmak
- conformity
- ayak üstü
- feet above
- ayak üstü yemek
- fast food
- ayak, adım
- foot, step
- ayak altında
- under foot
- ayak altında
- underfoot
- ayak altında olmak
- to be in the way
- ayak altında çiğnemek
- tread under foot
- ayak altında çiğnemek
- to tramp down
- ayak atmak
- to go for the first time
- ayak atmak
- 1. to go (to) for the first time. 2. to take a step
- ayak atmamak
- not to go to; to stay away from
- ayak ayak üstüne atmak
- to cross one's legs
- ayak bakımı
- chiropody
- ayak basacak sağlam yer
- footing
- ayak basacak sağlam yer
- foothold
- ayak basacak yer
- toe-hold
- ayak basmak
- to set foot (in/on sth), to arrive, to visit
- ayak basmak
- set foot
- ayak basmak
- 1. to arrive (at), enter. 2. to begin, enter, start (a job)
- ayak basmamak
- not to go to; to stay away from
- ayak basılmamış
- unbeaten
- ayak basılmamış
- untrodden
- ayak basılmamış
- unexplored
- ayak bağı
- 1. impediment, hindrance, hobble, fetter. 2. person who creates an obligation and responsibility
- ayak bağı
- hobble
- ayak bağı
- impediment
- ayak bağı
- wedlock
- ayak bağı
- trammel
- ayak bağı
- tie, a drag on sb
- ayak bağı olmak
- tie sb down, to encumber
- ayak bağı olmak
- clip smb.'s wings
- ayak başparmağı
- toe
Tom also broke his big toe on his right foot.
- Tom ayrıca sağ ayağındaki ayak başparmağını kırdı.
Mary tested the bath's temperature with her big toe.
- Mary ayak başparmağı ile banyonun sıcaklığını test etti.
- ayak başparmağı
- big toe
Tom also broke his big toe on his right foot.
- Tom ayrıca sağ ayağındaki ayak başparmağını kırdı.
Mary tested the bath's temperature with her big toe.
- Mary ayak başparmağı ile banyonun sıcaklığını test etti.
- ayak bileziği
- anklet
- ayak bileği
- 1. ankle. 2. (Anatomi) tarsus
- ayak bileği
- tarsus
- ayak bileği
- talus
- ayak bileği ile ilgili
- tarsal
- ayak bileği kemiği
- knucklebone
- ayak bileği kemiği
- tarsus
- ayak bileği kemiği
- tarsal
- ayak bileği kemiği
- tarsal bone
- ayak bileği yan kemiği
- malleolus
- ayak bileğimi burktum
- I twisted my ankle
- ayak bileğimi incittim
- I sprained my ankle
- ayak bileğini burkmak
- to sprain one's ankle, to turn one's ankle
- ayak dayayacak yer
- footrest
- ayak değirmeni
- treadmill
- ayak değiştirmek
- to get into step by changing one's foot (in marching)
- ayak diremek
- jib
- ayak diremek
- to insist, put one's foot down
- ayak diremek
- shuffle one's feet
- ayak diremek
- refuse
- ayak diremek
- shuffle
- ayak diremek
- balk at
- ayak diremek
- to put one's foot down
- ayak diremek
- baulk
- ayak direyen
- restive
- ayak duvarı
- foot wall
- ayak freni
- foot brake
- ayak freni
- back pedal brake
- ayak freni
- pedal brake
- ayak frenine basmak
- back pedal
- ayak frenine basmak
- pedal backwards
- ayak giyecekleri
- footgear
- ayak giyecekleri
- footwear
- ayak hakimiyeti
- footwork
- ayak hastalıkları bilim dalı
- podiatry
- ayak hastalıkları uzmanı
- podiatrist
- ayak hastalıkları uzmanı
- chiropodist
- ayak izi
- footprint, footstep
- ayak izi
- footprints of an animal
- ayak izi
- pad
- ayak izi
- pug
- ayak işi
- errand, donkeywork
- ayak işi
- legwork
Tom did all the legwork.
- Tom bütün ayak işini yaptı.
- ayak işi
- footwork
- ayak işi
- errands and small deeds
- ayak işlerine bakan kimse
- legman
- ayak işlerine bakan kız
- office girl
- ayak işlerine bakan çocuk
- office boy
- ayak kemeri
- arch
- ayak kirası
- fee for a messenger; tip for a messenger ayakteri
- ayak koyma yeri
- legroom
- ayak mantarı
- athlete's foot
- ayak otu
- (Tabiat Doğa) (bitki, Fam: papirüsgiller,sadiye) sedge, common sedge
- ayak oyunları yapmak
- to sidestep
- ayak parmakları ile dokunmak
- toe
- ayak parmağım çıktı
- I dislocated my toe
- ayak parmağının ucu
- tiptoe
- ayak sesi
- footfall
- ayak sesi
- footstep
The snow impaired Mustafa’s ability to hear anyone’s footsteps.
- Kar, Mustafa'nın herhangi birinin ayak sesini duyabilmesini engelledi.
- ayak sesi
- patter
- ayak sesi
- tread
- ayak sesi
- step, footstep
- ayak sesi
- step
- ayak tabanı kemeri
- arch
- ayak tabanı kemeri
- arch of the instep
- ayak tedavisi
- outpatient treatment
- ayak ucu
- nadir
- ayak ucuyla vurmak
- toe
- ayak uyduramama
- out of step with
- ayak uydurarak
- abreast of
- ayak uydurarak
- in step
- ayak uydurarak
- abreast with
- ayak uydurma
- step
- ayak uydurma silindiri
- compensating roller, dancing roller
- ayak uydurmak
- keep step
- ayak uydurmak
- humor
- ayak uydurmak
- string along
- ayak uydurmak
- string along with
- ayak uydurmak
- temporize
- ayak uydurmak
- settle
- ayak uydurmak
- humour [Brit.]
- ayak uydurmak
- fall in step with
- ayak uydurmak
- to keep in step with, to keep up (with sb/sth), to keep pace (with sb/sth)
- ayak uydurmak
- keep step with
- ayak uydurmak
- fall into step with
- ayak uydurmama
- nonconformity
- ayak ve tırnak bakımı
- pedicure
- ayak veya payanda koymak
- buttress up
- ayak vidası
- foot screw
- ayak yapmak
- to put on an act, to fake, to sham
- ayak yeri
- legroom
- ayak çekici
- oliver
- ayak üstü
- ayaküstü
- ayak üzeri
- ayaküzeri
- ayak şalteri
- pedal switch
- ayak-lambert
- foot-lambert
- ayak-libre
- foot-pound
- ayak-mum
- foot-candle
- ayak-ton
- foot-ton
- ayaklar baş, başlar ayak oldu
- (Konuşma Dili) The first have become last, the last first./The social order is reversed and upstarts are in charge
- ayak bileği
- {i} ankle
He sprained his ankle.
- O, ayak bileğini burktu.
I tripped on a stone, twisting my ankle.
- Bir taşa takıldım, ayak bileğimi incittim.
- burkulmak (bilek, ayak vb)
- sprain